🦧 Şapka Kanunu Ile Ilgili Şiir
VFV3. ŞAPKA özellikle ilk çağdan itibaren kullanılan ve insan yaşamında önemli bir yer tutan aksesuar aslında. Hem bayanlar hem de erkekler için her zaman giyimin olmazsa olmazları arasında sayılmış ve gardıropların değişilmez giyeceği ünvanını almıştır… Şapka tarihini ; • İLK ÇAĞ • ORTA ÇAĞ • YENİ ÇAĞ • YAKIN ÇAĞ • İSLAMİYETTEN EVVEL VE SONRA TÜRKLERDE ŞAPKA TARİHİ diye beş ana zamana ayırmamız mümkün fakat bizi ilgilendiren İslamiyet sonrası şapka tarihidir ki bu noktada şapka toplumun kendi iç dinamiklerinde değişimlere yol açmıştır… Şapka, genelde Batılı ülkelerde giyilen bir başlıktır. Eski Türkçe’de şapkaya Şemsi sperli serpuş denir. Cumhuriyet öncesi kullanılan başlıklar Bu dönemde ilk görülen başlıklar sonra; Sarıktan fese, festen de şapkaya geçilmiştir. Osmanlı’da, çok çeşitli başlıklar kullanılırdı . En yaygını ise "kavuk" ve "külah"tı. Saraydaki yüksek rütbeli subayların giydiği başlık çeşidinin ise tam olarak 43'e çıktığı biliniyor. Hükümet ve devlet görevlilerine ayrılan başlık sayısı ise 27 idi. Hiç kimse kendine ait olmayan bir başlığı başına koyamıyordu. Sadrazamdan kâtibe kadar herkes, şapkalarından tanınırdı. Öyle ki bu mezar taşlarına bile yansımıştı. Fese geçiş Sarık kullanımı Yeniçeri Ocağı'nın kaldırıldığı tarih olan 1826'ya kadar devam etmiştir. O tarihi takip eden günlerde, Akdeniz'de seferde bulunan Kaptan-ı Derya Deniz Kuvvetleri Komutanı Koca Hüsrev Paşa, Sultan İkinci Mahmud'un, Yeniçeri Ocağı'ndan geriye hiçbir alâmet ve kıyafet bırakmak istemediğini öğrenince, Tunus'tan bir miktar fes alıp tayfalara giydirir. İstanbul'a döndüğünde, subaylarıyla birlikte Padişah'ın huzuruna başında fesle çıkar. Fes, yenilikçi Padişah'ın çok hoşuna gider. Tunus'tan hemen elli bin adet fes getirtilir. Bu noktadan sonra, Osmanlıdaki ilk fabrika sayılan İstanbul Eyüp Sultan'daki Fes hane, devlet memurlarına başta fes olmak üzere başlık yetiştirmek için kurulmuştur. 1828'de çıkartılan bir kıyafet nizamnamesiyle de fes resmî başlık olur. Zamanla moda haline gelir. Öyle ki, Fesi, bir dönem kadınlar bile kullanır. Enveriye Jön Türklerin de Atatürk İnkılâpları'na benzer projeleri vardı. Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın, Birinci Dünya Savaşı sırasında, siperli başlık giyip orduya da giydirdiği bilinir. Bu şapkalara halk arasında "enveriye" denmiştir. Cumhuriyet döneminde şapka Erzurum Kongresi sonrası, vakit gece yarısını geçmiş. Mustafa Kemal Paşa, İbrahim Süreyya Yiğit ve Mazhar Müfit Kansu küçük bir odada çalışıyorlar. Aniden İbrahim Süreyya Bey, Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle bir soru yöneltiyor "Paşam, başarıya ulaştıktan sonra... neler yapmayı düşünüyorsunuz?" Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit'e dönerek, "Şimdi not et bakalım" diyor, "ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı." Ve zafer sonrası Türkiye’si için düşüncelerini tek tek yazdırıyor "Bir Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. İki Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır. Üç Tesettür kalkacaktır. Dört Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir. Beş Latin harfleri kabul edilecektir." Mustafa Kemal, Anadolu'ya gönderilmeden çok önce kendi Türkiye’sini oluşturmuştu. Onu Anadolu'ya gönderen Sultan Vahdettin istemeden bir anlamda planlarını gerçekleştirmesine yardım eder. Atatürk'e göre şapka Şapka, çağdaş olma, evrensel medeniyete katılma, kafaların içini hurafelerden kurtarıp bilimsel düşünceye açma yolundaki çabaları destekleyecek en önemli adımdı. Kişinin kıyafetini değiştirmekle ruhsal yapısının da değişeceği varsayılıyordu. Bu noktada Gazi Mustafa Kemal, 23 Ağustos 1925’te yurt gezisine çıkarak Kastamonu’ya gittiğinde başında şapka vardır. Çevresindekiler, kendileri de şapka giydikleri halde bu durumdan rahatsız olmuştur. Kimileri de şapkayı “şems güneşsiperli serpuşbaşlık” diye tanıtmaya hazırlanır. Oysa Atatürk Kastamonu'da "Efendiler, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siperi şemsli serpuş; bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine şapka denir."der. Ankara'ya döndüğünde kendisini karşılayan "üst düzey"lerin tamamı şapkalıydı. Bu hava ile birlikte moda anlayışı da değişmiş, hayat bir gün içinde başkalaşmıştı. 25 Kasımda Şapka Kanunu diye bilinen yasa çıkarılır. Memurlar artık şapka giyecektir. Fes yasaktır… O tarihten sonra fes ortadan kalkar, kentliler fötr şapka; köylülerse kasket giymeye başlar. Şapka devrimi anlaşılması pek de kolay olmayan bir toplumunda başlık, insanın dinini hatta toplumsal mevkiini ve yaptığı işi tanımlayan bir işarettir. İnsanlar öldüğü zaman, tabutun başucuna konan ve mezar taşı da onun şekline göre yapılan eşyadır. Şapka Müslüman olmayanlara özgü bir başlıktır. Öyle ki 2. Mahmut, Rumların da benzerini giydiği fesi asker ve memurlara giydirdiği için, şimşekleri üzerine çeker, kendisine “gavur padişah” diyenler çıkar. Atatürk’te Türkiye’yi yalnız kurumlar ve zihniyet olarak değil, görünüş bakımından da Avrupai yapmak ister. Prof. Dr. Sina AKŞİN’ e göre bu, basit bir taklit durumu değil, Türkiye’yi Sevr belasından uzak tutacak, Avrupa kamuoyuna, “Biz sizin gibi bir ülkeyiz, dolayısıyla sömürge olamayız, olmayız” iletisini en çarpıcı biçimde sunacak bir önlemdir. Çünkü kamuoyları başka bir ülkenin çok okul açtığını, çok fabrika kurduğunu kolay kolay algılamaz. Oysa bir ülkenin simgesi haline gelmiş başlığı atıp, Avrupa’nın başlığını giymek, yabancı kamuoyunun mutlaka dikkatini çekecek çok çarpıcı bir olaydır. Yine Sina AKŞİN’ e göre Şapka Devrimi’nin Türk Kamuoyuna da bir iletisi vardır. Çarpıcı bir biçimde, Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olacağı, ortaçağdan ya da yeniçağdanson çağa geçilmekte olduğu anlatılmak istenir. TBMM'de şapka görüşmeleri Hazırda bekletilen "Şapka iktisasına giyilmesine Dair Kanun" Tasarısı hemen Büyük Millet Meclisi'ne sevk edildi. Ama geçirmek çok kolay olmadı. Tasarı görüşülürken, taslağın anayasaya aykırı olduğu ileri sürüldü. Bunu ileri süren Bursa Milletvekili Nurettin Paşa'ya, Atatürk'ün yakın çevresinden zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt çok sert çıktı "Hürriyetin nasibi, irticaın elinde oyuncak olmak değildir? Ülkenin çıkarlarına olan şeyler hiçbir zaman anayasaya aykırı olamaz, olmaması mukayyettir belirlenmiştir." Herkes sustu. Şapka kanunlaştı. 25 Kasım 1925 Artık erkeklerin şapka dışında başlık giymeleri suçtu. Ama o sırada ülkede yeteri kadar da şapka da yoktu. İnsanlar şapkaya benzer ne bulurlarsa başlarına geçiriyorlardı. Hatta Rum kadınlarının giydiği şapkalar bile bir süre üst tabaka erkekler tarafından kullanılmış ve trajikomik görüntüler oluşmuştu. Şapka olayları Şapka Kanunu'nun çıkmasıyla birlikte Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane'de sert direnişler yaşandı. Ama hepsi çok şiddetli, hatta vahim bir şekilde bastırıldı. Oysa, şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası, kanuna göre, üç aya kadar hafif hapisti. Ama şapka, İstiklal Mahkemeleri'nin en önemli konusu haline getirildi. Ve şapkaya direndikleri gerekçesiyle, başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, Rize'de 8, Maraş'ta 7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 olmak üzere, diğer yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi. Rize Sivas, Erzurum ve Maraş’ta ki başkaldırıların aksine Rize’de çıkan isyan yarattığı etki bakımından benzerlerinden ayrılır. İsyan sonucunda kurulan İstiklal mahkemelerinde 143 kişi yargılanır ve sanıklardan 14’ü On beş 22’si On, 19’u Beş yıla mahkum edilirken 8 idam cezası çıkar. İsyanın çıkış noktası Güneysu Güneysu eski adıyla Potomya Rize’den 13 Kilometre uzakta bir nahiyedir. bu dönemde nahiyeye bağlı köylerde ağalık düzeni hakimdir, çay yoktur, halkın geçim kaynağı sadece mısırdır, doğal bitki örtüsünü yarı yarıya komar ağaçları ve de diğer ağaç çeşitleri oluşturur. Cumhuriyet’in ilanından 63 yıl sonra İlçe hüviyetine sahip olabilecek olan Güneysu da başlayan isyanın haberini alan ve 1923 -1926 yılları arasında görev yapan zamanın Rize Valisi Mehmet Hurşit Bey vakit kaybetmeden durumu telgrafla Ankara’ya çektiği telgraf sonrası, Hamidiye kruvazörü Rize açıklarına gelip dağları topa tutar. Olayın ilginç yanı ise Hamidiye kruvazörü dağları topa tuttuğu zaman, Rize de devam etmekte olan bir isyan yoktur. Necip Fazıl KISAKÜREK’ e göre Güneysu’ dan şehir merkezine yürüyen insanların da çoğu kendi teslim olur. Necip Fazıl, isyana katılan insanları “şapka giymek istemiyoruz diyen ve her türlü fiili isyan davranışından çekingen; seyirci vede isyana körü körüne katılan 80 – 100 kişilik kalabalık” olarak tanımlar, ve bunu Son Devrin Din Mazlumları isimli kitabında açıkça belirtir Teslim olanlar hiç vakit kaybedilmeden İstiklal Mahkemelerine çıkartılır ve Takrir-i Sükun Kanunu doğrultusunca yargılanır. Yargılama sonucunda sekiz idam kararı çıkar, onlarca insan da Sinop ve Adana’da ki cezaevlerine gönderilir. 30 Aralık 1925 tarihli cumhuriyet gazetesi idam edilen 8 kişinin resimlerini yayınladıktan sonra bu konuda şu haberi geçer “Rize’den matbaamıza yazılıyor Köy İmamlarını ve bazı mürtecilerin teşviki ile 25-26 teşrinisinde başlayan isyan, Cumhuriyetin azm ve savleti neticesinde süratle bastırıldı. Bu isyan hareketinin seri bir şekilde bastırılmasında fedakar vali Hurşit Bey ile Jandarma Kumandanı Binbaşı Yusuf Bey’in büyük himmet ve gayreti vardır.” İdam edilen sekiz kişiden birisi olan Mustafa KAMBUROĞLU’ nun oğlu Mahmut Kambur’a göre Zamanın Potomya Merkez Camisi İmamı olan Hacı Sabit Civelek Efendi, Güneysu’ da olan gençleri toplayıp, onları galeyana getirmek amacıyla ilk vaazını Hacı Sabit Civelek, gençlere “Şayet babanız başına şapka koyarsa katli vaciptir onu vuracaksın;ve annen dul ise onu da sırtına alıp getireceksin” der. İsyana katılıp idam edilen Mustafa KANBUROĞLU VE 15 Yıl hapis cezası alan kardeşi Mahmut KANBUROĞLU arasında da, devletin isyana katılmış olanların teslim olması emri sonrası ilginç bir diyalog yaşanır. Mahmut KANBUROĞLU kardeşi Mustafa KANBUROĞLU’ na “Abi bu işin sonu kötü görünüyor. Gel, Batum’ a kaçalım” der. Mustafa KANBUROĞLU ise “Eğer kaçarsak gerçekten suçlu cami hocaları bize, teslim olanlara bir şey olmayacak dedi.” Şeklinde ilginç diyalog sonrası Mustafa KANBUROĞLU ve kardeşi Mahmut KANBUROĞLU Güneysu’ da kendi istekleriyle teslim olur. Teslim olanlardan; Alihocaoğlu Sabit, Muço Mehmet PEÇE, Latibeyoğlu Arslan PEÇE, Yakup Çavuş PEÇE, Kadir KOLİVAOĞLU, Hafız Şaban KOLİVA, KofaHasan KÜLÜNK VE Mahmut KANBUROĞLU’ nun idam kararları çıkar, ve cezaları bir gün sonra infaz edilir. Necip Fazıl’a göre idam kararının çıkmasında Güneysu’ daki karakol çavuşunun etkisi büyük olur. İsyancıların ilk olarak karakola yürümesi sonrası karakol çavuşu isyanı yatıştırmak amacıyla “ben sizin yanınızdayım” der. Sonrasında ise idam edilen sekiz kişiyi İstiklal Mahkemesinde teşhis eder. Mahmut KANBUR ’a göre İstiklal Mahkemelerinde yargılanan kişilere kendilerini savunma hakkı tanınmaz. Zaten Hafız Şaban, Yakup Çavuş ve Kofa Hasan dışındaki idam edilen insanlar kendi isimlerini dahi okuyup yazmaktan aciz, cahil kişilerdir. Eğer şapka isyanında suçlu aranacaksa bu, isyanın çıkış nedenini yeterince araştırmadan isyanı Ankara’ya bildiren zamanın valisi ve gençleri kışkırtan cami hocalarıdır. Halkı kışkırtan Potomya Merkez Camisi İmamı Hacı Sabit Civelek Efendi’nin kendini kurtarması İstiklal Mahkemesinin dört hakimi vardır ve hepsinin de ismi Ali’dir.Kel Ali, Kılıç Ali, Ali Gali ve Ali Necip Mahkeme Mübaşiri’nin adı da Ali CİRİKOĞLU. Mahkeme kapısında Laiksel Mahkemesi, içerisinde de Takrir-i Sükun Kanunu yazar. Bu noktada Mahmut KANBUR’ un söyledikleri çok ilginç “İmam Hacı Sabit Civelek, Mahkeme heyetine; ben, elli sene Potomya ’da hocalık yaptım. Hiç ecelinden ölen bir adan yumadım. Hep kanlı gömlek yıkadım. Bu insanlar benim dediğimi yapmaz ki ben bu insanları isyan ettireyim der ve eline aldığı bir fötr şapkayı öpüp başına takar!” Bu sayede Hacı Sabit CİVELEK ceza almaktan kurtulur. Şapka İsyanını yaşayan insanlardan birisi de Osman MATARACI’ İsyanı meydana geldiğinde daha beş yaşındadır. Şapka Kanunu çıktığı anda amcası Mehmet MATARACI İstanbul’dan 10 adet şapka sıralar amcasının evinde yaşamakta olan Osman MATARACI, bahçıvanları Ahmet’le birlikte başlarında şapka olduğu halde babasının yanına gider. Bu duruma çok kızan babası Osman MATARACI’ yı ve bahçıvanları Ahmet’i bastonuyla de geriye, kardeşinin evine gönderir. Sonrası mı? İsterseniz gelişen olayların gerisini bizzat Osman MATARACI’NIN ağzından çıkan şekilde okuyalım “O sıralar Rize’de ortalık süt limandı. Vilayette hiçbir isyan belirtisi yoktu. Hamidiye geldi ve dağları topa tuttu. Sonra Hamidiye kumandanı Valiyle görüştü. Birkaç gün sonra, Şimdiki Ses Sineması Binasında İstiklal mahkemesi kuruldu ve idam kararları çıktı. Tan otelinin önünde üç kişi, iskelenin başında iki, ve şimdiki Belediye Parkında üç kişi daha asıldı.” Osman MATARACI’ ya göre babasının şapka takılmasına karşı çıkış sebebi tamamen geleneklere bağlılıktır. Fakat olayın ciddiyetini anlayınca, babası da evden kovulmalarının akabinde başına büyük bir fötr şapka koyar… Şapka İsyanında suçsuz yere yargılanıp ceza alanlar da olur. Erzurum da çıkan isyan sonrası yargılananların infazını görenlerden biri de Ahmet KANBUROĞLU’ dur. Rize’ye döndüğünde, köy ağası olan babası Ali Bey’i etrafına gençleri toplayıp onlara şapkaya karşı çıkılması gerektiğini anlatırken bulan Ahmet KANBUROĞLU, babasına “ben Erzurum’da yaşananlara şahit oldum, gittiğiniz yol iyi bir yol değil, sen gençleri kandırmaya çalışma, hepiniz toprak kokuyorsunuz” der. Oğlunun kendisine karşı çıkmasına çok kızan Ali Bey Ağa “Sen benim oğlum değilsin, bak kardeşin Fazlı senden daha küçük olmasına rağmen senden daha yürekli” diyerek Erzurum’dan hasta dönen Ahmet KANBUROĞLU’ nu tersler. Fazlı KANBUROĞLU’ nun yaşı ise daha on yedidir. Şapka isyanı sonrası Ali Bey’in evine baskın düzenleyen asker, isyanı benimsemeyip isyana katılmayan Ahmet KANBUROĞLU’nu tutuklar. Haksız olan bu tutuklamanın nedeni, aslında isyana Ahmet’in katıldığı fakat onu ceza almaktan kurtarabilmek için yaşı küçük olan Fazlı KANBUROĞLU’ nun isyana katıldığının söylenerek Ahmet KANBUROĞLU’ nu ceza almaktan kurtarmak olduğunun düşünülmesidir. Sonuçta Ahmet KANBUROĞLU yargılanır ve On Beş yıl hapis cezasına çarptırılır. 4,5 yıl cezasını çektikten sonra affedilir. Dünya devrimler tarihi incelenecek olursa kansız bir devrimin gerçekleşmediği kolayca yada büyük çapta; bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çıkan Şapka İsyanından etkilenen bütün bir şehir halkı olmuştur. Yeri geldiğinde ironik bir pişmanlık yaşayarak “Atma Hamidiye atma, şapka da takacağuk, vergi da vereceğuk..."
Şapka inkılabının yapıldığı cumhuriyetin ilk yıllarında, başkentten Kaymakam’ın birine ilçesindeki “MEVAŞİ” sayısının bildirilmesi emri gelir. Osmanlıca “Mevaşi’nin; geviş getiren hayvan” demek olduğunu bilmeyen kaymakam memurlarını çağırıp; “Mevaşi ne demektir?” diye sorar. Bilgiçlik taslamak isteyen birisi, “Mevaşi; yaş ağaç demektir” der. Bir başkası, “Mevaşi; aş evlerinin çoğuludur, ilçemizdeki aş evlerinin sayısını istiyorlar” der. Sonunda aralarında en bilgilileri olan kadı efendi; “Mevaşi, maaştan geliyor. En çok maaş alan, en çok okumuş ve en güzel ŞAPKA giyen memurları soruyorlar”der. Buna aklı yatan kaymakam, kâtibine “yaz kızım” der, “İlçemizde kadı ile benden başka mevaşi yoktur.” Günümüzde artık mevaşi kelimesi pek değil hiç kullanılmıyor. Yoksa anlamını modern, çağdaş, ilerici, ağustos ayının papatya çiçeği, 6284 İstanbul Sözleşmesi devriminin amansız savunucusu, şapka inkılabının yılmaz bekçisi sananlar; kasım kasım kasılıp “Ayol! Bize mevaşi derler”diye nasıl da hava atarlardı! Evet, yakın tarihimizde adı devrilesi “ŞAPKA” devrimi yüzünden neler oldu neler… Aslında yakın tarihin temelini oluşturan Laik Kemalist sistemin kurucusu ve muhafızları ile günümüzdeki muhafazakâr muhafızları arasında şimdiye kadar esastan bir farkın olmadığı aşikârdır. Vahyin inşasına olan nefretlerinin zeminine putlarını yerleştirirken, ardından salya sümük “Bizim meşru Dinayetimiz var, bizim kanunlarımız var, bizim düşük faizli bankalarımız var, bizim rakı fabrikalarımız var, bizim…, bizim Uzza’mız var, sizin Uzza’nız yok” bağırtılarıyla; kulakları sağır olan tepkisiz Müslümanımsı kitleler hala daha aldatılmaya şeddeli olarak devam edilmektedir. 1925 yılının Ağustos ayında M. Kemal’in Kastamonu'da halka şapkayla hitabet etmesinin ardından “Şapka Kanunu” ya da tam adıyla “Şapka İktisasına Dair Kanun”25 Kasım 1925'te ilan edildi. Yasaya göre, şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası “Hükümetin tespit eylediği kıyafetin dışında gayri kıyafet iksa edenler giyenler üç aydan bir yıla kadar hapis edilirler” yasasıydı. Türkiye halkının çok az bir kısmı hariç tamamına yakınının inançlarına ters olan bu siperi şemsli serpuş, deli gömleği giydirilir gibi cebren insanların kafalarına giydirilmeye kalkınca, halkın bu karara tepkisi çok sert olmuştu. Bu zorbalıklar mazlum halka az görülmüş olacak ki, bu seferde kanunu protesto hareketleri sistemin meşruluğuna ! yönelik “İDAMLIK” suç sayıldı. Rize Ulu Camii imamı Hafız Şaban Hoca’nın “Biz dinimize bağlılık isteriz. İnanmayanlar inanmasın, fakat inananlara zulüm yapılmasın. Tek isteğimiz, sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin ama giymeyenler hapse atılmasın!”sözleriyle kalabalığa haykırması, Rize’de şapka yasasına karşı en yoğun protestoları başlatmıştı. Böylece "batılılaşma ve çağdaşlaşma" adı altında “ordular ilk hedefiniz Karadeniz’dir ileri!” kükremesiyle, karşılarında düşman orduları varmışçasına kendi halkına karşı, Firavun benzeri amansız bir takip ve saldırı başlatıldı. Ardından emri alan kaptan paşa “devlete karşı isyanı!” bastırmak adına Rize limanına gönderilen Balkan Savaşları’nın en büyük savaş gemisi olan “Hamidiye zırhlısıyla” Rize’yi iki gün top yağmuruna tuttu. Gerilere kaçan ahali ise bağıra çağıra “atma Hamidiye atma, vergi de vereceğuk, şapka da giyeceğuk” diye ağıtlar yakarak aman dilemelerini şöyle destanlaştırdı Atma Hamidiye atma atma, Din kardeşiyiz bizi yakma. Atma Hamidiye atma atma, Taktılar serpuşi kafamıza. Atma Hamidiye atma atma, Vergimi vereceğum bizi yakma. Atma Hamidiye atma atma, Sürgün etma bizi yakma. Şapkaya direnişin giderek yayılma eğilimi göstermesi üzerine, Rize, Erzurum, Kayseri, Maraş, Konya, Giresun gibi şehirlerde "GEZİCİ İSTİKLAL MAHKEMELERİ” kuruldu. İnönü, İstiklâl Mahkemesi’ne meclisin tasdiki olmadan idam cezalarını infaz etme yetkisi tanıyan kararı meclise kabul ettirdi. “Üç Aliler” diye bildiğimiz istiklal mahkemesi hâkim ve savcıları Kel Ali, Necip Ali, Kılıç Ali Altemur Kılıç’ın babası üçlü emir kulu! rejim adına ellerine geçen fırsatı değerlendirerek, şapka kanununa karşı çıkan muhalifleri şapka kanununa aykırı davrandıkları gerekçesiyle teker teker cezalandırmaya başladı. Bazıları ağır hapis cezalarına, bazıları ise idam cezasına çarptırıldı. Rize’de top yağmurunda ölen ve yaralananlar yetmezmiş gibi 143 kişi daha tutuklandı. 12 Aralık’ta yargılamalara başlayan mahkeme 143 kişi hakkında “BİR GÜNDE!” hüküm vererek, 13 Aralık’ta 8 kişiyi idama mahkûm etmiş, 14 Aralık’ta ise idamların “infazlarını” yıldırım hızıyla yerine getirmişti. O dönemde M. Kemal tarafından tasarlanıp adı konulan, yönlendirilen ve imza olmayan başyazılarının çoğu M. Kemal’e ait olduğu, yazı üslubundan ve konuyla ilgili hatıralardan anlaşılan, Hükûmetin resmi sözcüsü konumunda din düşmanı bir“Hâkimiyet-i Milliye” gazetesi vardı ki aman aman! Düşman başına. “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde asılan din mazlumları için kin ve nefretini şöyle açığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler 1ceza-yı sezalarını lâyık olan cezalarını buldular.” Giresun’da 8 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırılmış, 2 kişi de idam edilmişti. Dikkat edilirse; bir günde aldıkları idamların kararları da “O gün” kadar kısa olmuştu. Velhasıl yazdılar fermanları oy ile astılar mazlumları toy ile Maznunların salbine, şevahidin bi'l-āhire sem’ine = Tutuklanan zanlıların asılmasına, şahitlerin daha sonra dinlenmesine. İdamlar son sürat devam ederken “Bolu’da kurulan İstiklal Mahkemesi Başkanı Osman bey! şöyle diyordu 39. ve 40. sehpalara asacak adam yoktu. İhtiyar bir köylü, yanında oğlu, önünde odun yüklü merkebi geliyordu. Emrettim, ikisini de astılar.” 2Peh peh! Bu ne yaman bir pehlivan, tek derdi vatan aşkı vatan! Ne Koca Ali, ne Fırıldak Veli, ne Hamza, ne Zaloğlu Rüstem. Sen neymişsin be Osman! Bu ne cesaret bre densiz! Cellatlar idam ettiklerinin şahitlerini dinlerken! idam edilenler ise bu süre içinde ibreti âlem için bir hafta deniz ile yol arasında kurulan darağaçlarında asılı kalmışlardı. Bu korku halka çok ağır gelmiş olacak ki, şapka giymemek için ölene kadar şehre inmeyip dağlarda ve mağaralarda yaşayan insanlar bile olmuştu. 1925 yılının aralık ayında Erzurum’da “şapka yüzünden” toplam 3000 kişinin üzerine ateş açılması sonucu bölgeye gönderilen askeri birlikler ile halk arasında üç gün boyunca çatışma yaşanmış, olaylar kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Akabinde Erzurum’da “Şalcı Şöhret Bacı” olmak üzere 1’i kadın 13 kişi idam edilmişti. Hatta İstiklal mahkemelerinde yargılanıp da hakkında beraat kararı verilen Erzurum Mebusu M. Vekili Hüseyin Avni Ulaş “Bu mahkeme çok namuslu insanı asmıştır. Bizim namusumuzda bir eksiklik mi gördü ki bizi asmamıştır?” dediği için ömür boyu sürgün cezasına mahkûm edilmiştir. Kayseri’de 300 kişi tutuklanmış, 5 kişi idam edilmiş, Sivas’ta şehrin bütün muhtarları tutuklanmış, 1 kişi idam edilmiş, İskilip’te 2 kişi idam edilmiş, Maraş’ta Camii Kebir’e sığınarak "Şapka istemeyiz" diye feryatlarını dile getirenler tutuklanmış, 5 kişi idam edilmiştir. İdam edilen 5 kişiden birisi de “Maşallah” lakaplı Ali Efendi’dir. Aslında Ali Efendi her konuşmasının akabinde daima, “Maşallah, İnşallah” diyerek konuştuğu için, Maraş halkı kendisine “Maşallah” lakabı vererek sevgilerini belli etmişlerdi. Maşallah Ali Efendi boynuna yağlı urgan geçirilip idam edilirken ''Benim adım Maşallah, şapka giymem İnşallah, Eşhedü en Lâ İlâhe İllâllah…'' Kelime-i şehadetle son sözlerini tamamlamıştı. Erzurum’da idam edilen kadın ”Şalcı Şöhret Bacı’nın” suçu, sadece “Şapka Kanununa” muhalefetti. Sonraları kitaplara da konu olan Şalcı Bacı’nın hikâyesini Erzurum’da 1984 – 1988 yılları arasında görev yaptığım yıllarda dedelerden de dinlemiştim. “Tek derdi ördüğü şallardan kazandığı üç kuruşla üç öksüz çocuğunu büyütmek olan Erzurumlu namı diğer “Şalcı Şöhret Bacı” bir gün şapka hadisesinin içinde buldu kendisini. Ne öksüz üç çocuğunun oluşu, ne kadın oluşu, ne de olanca saflığı ve Erzurum ağzıyla“Kadın şapka giye ki asıla?” diye yaptığı masum savunma onu Türkiye’de asılarak idam edilen ilk kadın olmaktan kurtaramadı. Ancak bir sorun daha vardı. Şalcı Bacı kadındı ve üstelik çarşaflıydı. Bu şekilde asılması infiale sebep olabilir, halk galeyana gelebilirdi. Tatar Hasan Paşa seslendi “Çarşafı başından çıkar.” Şalcı Bacı “Ben bu güne kadar bu çarşafı çıkarmadım. Bir başıma dul bir kadın olarak namusumu hep korudum. Bundan sonra da çıkarmam” demişti. Tatar Hasan Paşa “Sen bilirsin o zaman!” demiş ve yanındaki askerlere dönerek emretmişti “Bir un çuvalı getirin!” Şalcı Bacı “Ula kavat! Sen nasıl adamsın? Hem kadın kısmını şapka için asıyorsun, hem de kadındır belli olmasın diye korkundan un çuvalı geçiriyorsun. Ödlek herif! Yüreğin varsa kadın astım desene!” 3 Şalcı Bacının asıldığı gün bu olayı gören, duyan Erzurum halkı kıyıya kenara çekilerek sessizce ağlamışlardı. Çünkü o zulüm, işkence, hapis ve idam günlerinde, bir kişinin herkesin önünde hıçkıra hıçkıra ağlaması, rejime ve inkılaplara karşı gelmek sayılacağından, işin içinde aynı cezaya çarptırılmak da vardı. İnancında direnen mazlum “Şalcı Bacı’nın” idam hükmünü ateist Çetin Altan’ın dedesi Tatar Hasan Paşa vermişti. Çetin Altan “Şalcı Şöhret Bacının” idamını ifade edenkısa yazısında “Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, dedem Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşanın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de “KADIN” asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce "Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki" demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamışım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.” 4 Nihayet Çetin Altan’da inanmadığı Rabbine gitti. İskilipli Atıf Hoca, Şapka inkılâbından yaklaşık iki yıl önce 1924 yılında “Medeniyet-i Şer’iye ve Frenk Mukallitliği Şapkaya dair” adlı bir risale yazmıştı. Bu risalesinden dolayı 3 Şubat 1926 günü mahkeme “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nu kısmen veya tamamen değiştirmeye teşebbüsten, Babaeski müftüsü Ali Rıza Hoca ile müderrislerden İskilipli Atıf’ın idamına” diyerek kararını açıkladı. Atıf Hoca ancak yanındaki Tahir Hoca’nın duyabileceği bir sesle fısıldamıştı “Zalim ve katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.” Atıf hoca 4 Şubat 1926 günü sabah namazını kıldı, dua okuya okuya sehpanın yanına gitti. Cellât tam ipi boynuna geçirdiği esnada infazı keyifle seyreden Kılıç Ali, Atıf Hocanın başına pis bir şapkayı geçirirken domuzluğunu açığa vurmuş “Giy domuz!” diyerek hakaretler yağdırmıştı. Atıf Hoca ise onun yüzüne bakmadan Kelime-i Şahadet getirerek ruhunu Rahman’a cc teslim etmişti. Hatta hiç ilgisi olmadığı halde başka şehirlerdeki din mazlumu âlimleri de idama mahkûm ederek mezar taşlarına hala daha günümüzde tazeliğini koruyan “MAZLUMEN ŞEHİD” yazısını kazıttırmaya evlatlarını mecbur bıraktılar. Furkan’la sözleşmesiz, “Gâvurlarla Sözleşmeli” batıl kanun ve fermanlarıyla dün de ve bugün de bırakmaya devam ediyorlar… Edecekler de. Ta ki fikirlerde tevhid, metotlarda Peygamber sav örnekliği oluşturulup, egemenlerin gücünü parçalayıp yok edinceye kadar… İNŞAALLAH DEVAM EDECEK… Dipnotlar Mürteci “Gerici, İrticacı” anlamına gelir. Aslında “Mürteci”; tamamen İslam literatürüne ait Arapça bir sıfat olup, İslam’dan önceki cahiliye düzeninde ve günümüz benzerlerinde direnen ve onları savunanları kastetmek amacıyla kullanılır. Ancak maalesef bizler kavramlarımıza sahip çıkmayınca! Şimdilerde bu kelime tersine işlemekte; Müslüman olmayan veya kendisini Müslüman zanneden gericilerin Müslümanlar için kullandıkları bir sıfat olmuştur. Oysa “Zamanı KOKUTANLAR mürteci diyor bana; Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.” Melih Pekdemir-Kemalistler ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük–2, su yayınları Sefer Darıcı, Şalcı Bacı. Destek Yayınları-2013 Milli Gazete, Şehid Edilen Şalcı Bacı Şahin ÖZDAŞ 21-08-2020 1334 ES... Muhterem Olcay D. kardeşim; Allah sizden de razı olsun. Sizin yorumunuzdaki yazınızın makalemi özetleyen şahane bir yazı olduğunu, tespit ve tebriğinizin de bana sarsılmaz bir güç ve azim verdiğini özellikle belirtmek istiyorum. İskilipli Atıf hocanın “Zalim ve katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.” Sözlerine dualarımla katılıyorum. AEO. ES... Şahin ÖZDAŞ 21-08-2020 1316 ES... Muhterem "Bir Nacizane Kul" ismiyle yazan pek değerli kardeşim, ilginize çok teşekkür ederim. Sizin o güzel dualarınız bizim temennilerimiz olsun. Dualarınıza canı gönülden Amin diyorum. Buyurduğunuz gibi birlikte yürüttüğümüz bu mücadelede Cehdimiz Cihadımz kabul edilir inşaAllah… Olcay D. 21-08-2020 1131 Allah razı olsun,güzel bir makale olmuş... Despot firavuni sistemin devam ettiricileri, çok güzel göz boyacılık yaparak, laik cumhuriyetin kurucu kadrolarını rahmet ve minnetle anarken, bir taraftanda suçsuz yere cezalandırılan masumları sahiplenmekten geri durmayarak 2 yüzlü tavırlarını her ortamda belirtmekten de çekinmiyorlar. İslilipli Atıf hocanında dediği gibi “Zalim ve katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız.” Bir Nacizane Kul 20-08-2020 1424 Birinci bölümden sonra sabırsızlıkla bekliyordum. Bu negüzel bir yazı çok aydınlatıcı 3. bölümüde sabırsızlıkla bekliyoruz. Çok değerli hocam Rabbim hepimize sıratılmüstakimde yürüme gücü versin. Allahın arı duru dini için ettiğiniz mücadelede hep beraber oluruz inşAllah.
Son güncelleme tarihi 27 Eylül 2014Atatürkün Devrimleri nelerdir kısaca Atatürk Yenilikleri sayfası –Herhalde bunlar gerçekleşmeseydi ülkemiz bu halde olmazdı. O yüzden Mustafa Kemal Atatürkün yaptığı devrimler zaman çizgisi içerisinde okunmalıdır. O zamanın şartlarında ve koşullarında bunların yapılması bir zorunluluktu vede o öyle yaptı. Bu sayfamızda kısa olarak gerçekleştirilen inkılapların zamanlarını tarihlerini konu başlıkları halinde İnkılapları Devrimleri KronolojisiSiyasal Devrimler Saltanatın Kaldırılması 1 Kasım 1922 Türkiye’nin Yeniden İdari Teşkilatlanması 1921, 1924, 1930 Ankara’nın Başkent Olması 13 Ekim 1923Toplumsal Devrimler Kadınların Erkeklerle Eşit Haklara Sahip Olması 1926 – 1934 Şapka ve Kıyafet Devrimi Şapka Kanunu, 28 Kasım 1925 Lâkap ve Unvanların Kaldırılması 26 Kasım 1934Eğitim ve kültür alanındaki Devrimler Millet Mekteplerinin Açılması 1920 Öğretimin Birleştirilmesi 3 Mart 1924 Medreselerin Kapatılması 1926 Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun 1926 Harf Devrimi 1 Kasım 1928 Güzel Sanatlarda Yenilikler1928 Türk Dil ve Tarih Kurumlarının Kurulması 1 Nisan 1931, 12 Nisan 1931 Üniversite Reformu 1933 Üniversite Öğreniminin Düzenlenmesi 31 Mayıs 1933Ekonomi Alanında Devrimler İzmir İktisat Kongresi 1923 AşarÖşür Vergisinin Kaldırılması 17 Şubat 1925 Çiftçinin Özendirilmesi1925 Örnek Çiftliklerin Kurulması 1925 Tarım Kredi Kooperatifleri’nin Kurulması 1925 Kabotaj Kanunu 1 Temmuz 1926 Sanayi Teşvik Kanunu 28 Mayıs 1927 I. ve II. Kalkınma Planları 1933, 1937 Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün Kurulması 1935 Ticaret ve Sanayi Odalarının Kurulması 1935Hukuksal Devrimler Mecellenin Kaldırılması 1924 – 1937 Medeni Kanun 1924 – 1937 Türk Ceza Kanunu 1926 Yeni Anayasanın Kabulü 1924 Teşkilatıesasiye Kanunu 1921 Şer’iyye Mahkemelerinin Kapatılması 1924Atatürk devrimlerinden en önemli olanlarının açıklamalarıHarf Devrimi Atatürk’ün gerçekleştirdiği en önemli devrimlerden birisi de, 3 Kasım 1928 tarihinde Arap alfabesinin kaldırılması ve Latin alfabesinin kabul edilmesi Devrimi Kıyafet devrimi ile birlikte, kadınlar dinsel geleneklerden kaynaklanan çarşafı atıp, modern giysiler, erkekler ise fes yerine şapka giymeye Sisteminin Laikleştirilmesi 1920 yılında kurulmuş olan yeni Türkiye Devletinin yeni bir hukuk sistemine de ihtiyacı olduğunu bilen Atatürk, Mecelle, yani din esaslarına dayalı Medeni Kanun yerine İsviçre Medeni Kanununu getirmiş, o dönemde geçerli olan ceza yasasını ise İtalyan Ceza Yasası ile değiştirmiştir. Kısacası Türk Hukuk Sistemi tüm çağdaş gereksinimler ışığında modernize Laikleştirilmesi 19. Yüzyıl başlarına dek, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde çeşitli eğitim sistemleri uygulanmıştır. Atatürk, İslami eğitim veren medrese sisteminin, yeni toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini; bu nedenle, batı modellerine benzeyen yeni bir eğitim sisteminin oluşturulması gerektiğini görmüş, böylece önce öğretimin birleştirilmesi Tevhid-i Tedrisat kanunu çıkarılıp dini eğitim veren tüm öğrenim kurumları kapatılarak, bütün eğitim işleri Milli Eğitim Bakanlığı çatısında birleştirilmiş, 1933 yılında da bir üniversite reformu Sağlanan Medeni Haklar Atatürk Devrimleri ile birlikte, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan Türk kadınına yeni haklar tanınmış; kabul edilmiş olan yeni Medeni Kanun gereğince kadınlar da erkeklerle eşit haklara sahip olmuş, resmi görevlere atanmaları, oy vermeleri ve Millet Meclisine seçilmeleri mümkün kılınmış; tek eşlilik ilkesi ve kadınlara tanınan eşit haklar, Türk toplumuna bir canlılık kazandırmıştır. Reklamlar Bu Yazıyı Facebook Twitter Sayfanda Paylaş Laiklik İlkesiAtatürk’ün Sporla ilgili SözleriAtatürk’ün Gençliğe HitabesiAtatürk’ün HayatıAtatürk’ün Eğitim Alanında Yaptığı Yenilikler
Fıkıh Konular Başa giyilen başlık anlamında latince"cappa"dan alınma bir kelime. Günümüzde, erkek ve kadınlarınsokağa çıkarken gerek süs olarak, gerekse yağmur ve güneştenbaşlarını korumak gayesiyle giydikleribaşlığın genel adıdır. Bununla birlikte,şapkaya benzediğinden, ocak ve soba borularınıntepesine konulan ve rüzgârın dumanı içeriye doğrusavurmasına engel olan sac külahlara da şapka şekilde, gemi direğinin tepesindeki tekerlekçiğeve yazıda, harfi uzatma veya inceltme amacıyla kullanılanişarete de şapka denildiği şapkaları çeşit çeşittir; kasket, fötr,silindir, melon, bere, hasır, panama vb. Kadınşapkaları ise, modaya göre yıldan yıladeğişiklik gösterir muhtelif devirlere ait erkekşapkalarıyla değişik kadın şapkaları içinbak Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818; Okyanus Türkçe Sözlük, 111,2712.Insanlar, tarihin ilk çağlarından itibaren çeşitlişapkalar başlıklar giymişlerdir. XIX. yüzyılın2. yarısından sonra pek çok çeşidi olan şapkalar,yukarda yazıldığı şekildestandartlaştı. Osmanlı Türk toplumunda başlığınözel bir yeri vardı. Saray ve saraydaki yüksek rütbeli memurlar kırküç çeşit farklı serpuş başlıkgiyiyorlardı. Hiç kimse kendisine ait olmayan rengi ve şeklikullanamazdı. Hükümet ve devlet görevlilerine ayrılanbaşlık sayısı yirmi yedi idi. Sadrazamdan vezirhabercisine kadar herkesi başlıklarından tanımak mensuplarının başlık çeşidialtmış üç idi. Yeniçeri ağasından en basit erekadar bütün rütbeliler başlıklarındantanınabilirdi. Din adamları on altı, halk ise yirmi dörtdeğişik serpuşa sahipti. Osmanlı devletinin sonzamanlarına kadar, müslümanlarla gayr-i müslimlerin birbirindenayrılması için giyimleri, bu arada giydikleri başlıklarfarklı farklıydı M. Z. Pakålın, Osmanlı TarihDeyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 111, 188; Yeni TürkAnsiklopedisi, X, 3818.Osmanlı devletinin nüfusunu teşkil eden müslümanlarlagayr-i müslimlerin, yalnızca giydikleri başlıklardeğil, ayakkabılarına varıncaya kadar tüm kıyafetleribiri birlerinden farklıydı. Bu durum, Osmanlı devletininyıkılması ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ninkurulmasına kadar - tedrici olarak bir takımdeğişiklikler olmasına rağmen - devam Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Atatürk,Cumhuriyetin 1923 yılında ilanından sonra, bir takımreform hareketlerine girişti ve herkesçe bilinen inkılaplarıaşamalı olarak gerçekleştirmeye başladı. Bu cümledenolarak Osmanlı döneminin simgelerini ortadan kaldırmaya ve dinîkaynaklı giyim farklılıklarının yurttaşlararasında ayırım yaratmasını önlemeye yönelik adımlarattı. Giyim konusundaki bu yeniliklerin başında şapkageliyordu. Çünkü Atatürk'e göre şapka batılı ve modernolmanın simgesiydi, uygar kıyafetin ayrılmaz bir dışında kalan fes, sarık, külah vb. başlıklar,Türk ulusunun kıyafeti olamazdı. Nitekim 24 Ağustos 1925tarihinde, Kastamonu'ya yaptığı bir gezide, elinde Panamaşapkası biçiminde geniş kenarlı beyaz bir şapkaolduğu halde halka şöyle seslendığını görüyoruz"Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıpcanlandırmağa yer yoktur. Uygar ve milletlerarasıkıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık birkıyafettir. Onu giyeceğiz, ayakta iskarpin veya fotin, bacaktapantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıylabunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi,smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız!Arkadaşlar, kesin olarak söylüyorum, korkmayınız! Bugidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve önemli bir sonucagötürüyor. Isterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli birsonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim. Bununönemi yoktur..." K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul1981, X, 67. Atatürk, bu konuşmasında, inkılâbından aslatavız vermeyeceğini ifade etmesine rağmen, şapkagiyilmesi hususunda kesin bir emir vermemiştir. Ancakkadın-erkek herkesin giymesini içtenlikle arzu ettiğinibildirmiştir. Akşamleyin Ankara'ya döndüğünde, kendisinikarşılamaya gelenlerin tamamının şapkalıolduğunu görmüştür Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818.Bundan bir kaç gün sonra toplanan 2 Eylül 1341/1925 bakanlarkurulu, devlet memurlarına şapka giyme mecburiyeti getiren 2413no'lu kararnameyi çıkarır. Ardından da 15 Kasım 1925tarihinde Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları Mecliseşapka giyilmesi ile ilgili kanun teklifini verirler. Bursamilletvekili Nureddin Paşa bu kanunun TeşkılatıEsasıye Kanununa Anayasa aykırı olduğunu ileri sürerekgeri alınmasını ister. Ancak çoğunluğun lehte oykullanması sonucu 671 sayılı "Şapka IktisasıHakkında Kanun" 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilir günü 230 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğegirer. Kanun şu üç maddeden oluşmaktadır1- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel yönetimgörevlileri, her türlü kuruluşta görevli memurlar vemüstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayıgiymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da genelbaşlığı şapka olup, buna aykırı biralışkanlığın devamını Iş bu kanun, yayınlandığı tarihten Iş bu kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve YürütmeKurulu üyeleri tarafından yürütülür Bak. Bekir SıtkıYalçın - Ismet Gönülal, Atatürk Inkılabı, Kültür veTurizm Bakanlığı, Ankara 1984, 99 vd..Şapka Kanunu ülkede önemli bir direnişlekarşılaştı. Yasa .M .'nde kabul edildiği günErzurum'da protesto gösterileri oldu. Bunun üzerine bu ilde sıkıyönetimilan edildi ve gösteriye katılanlar SıkıyönetimMahkemesine verildi. Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir,Kayseri, Tokat, Amasya, Trabzon ve Gümüşhane'de yasayıprotestoya yönelik eylemler gerçekleştirildi. Bu eylemlerekatıldığı ileri sürülen birçok kişi IstiklalMahkemelerinde yargılandı; bunların bazılarıölüm, bazıları da ağır hapis cezalarına cezasına çarptırılanlardan biri de IskilipliAtıf Hoca'dır. Aslında Atıf Hoca, protesto eylemlerinebizzat katılmamış, fakat adı geçen kanunun yayınlanmasındanyaklaşık bir buçuk yıl önce 1340/1924 yazıpneşrettiği "Frenk Mukallitligi ve Şapka"adlı risalesinden dolayı Ankara Istiklal Mahkemesince suçlubulunarak idama mahkum edilmiş ve 4 Şubat 1926 tarihinde hüküminfaz edilmiştir Iskilipli Atıf Hoca, Frenk Mukallitliğive Islâm, IXX, Çile Yayınevi, Istanbul.1939'da Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddeşiyle şapkadanbaşka başlık giymeyi alışkanlık halinegetirmenin cezası üç aya kadar hapis olarak belirlendi. 1961 ve1982 Anayasaları, öbür devrim yasaları gibi 671sayılı yaşanın Anayasayaaykırılığının ileri sürülemeyeceğinihükme bağlamıştır Ana Britannica, XX, 237.Şapka giymenin fikhî hükmüHiç şüphe yok ki, şapka bizatihi haram değildir. Zatenhiç bir Islâm âlimi, onun bizatihi haram olduğunu iddiaetmemiştir. Ancak küfür alameti olarak kabul edildiği vehakikaten gayr-i müslimlerin dînî kıyafeti olduğu dönemlerde,hemen hemen tüm Islâm âlimleri tarafından giyilmesinekarşı çıkılmış, onu giyenler, niyetlerine görekâfir ya da günahkâr kabul ki, Islâm dininde bir şeyin kesin olarak haramsayılabilmesi, dolayısıyla onu işlemenin günah ya daküfür kabul edilebilmesi için hakkında açık bir nasolması gerekir. Aksi halde -peygamberler dahil- hiç bir kimse keyfîolarak, Allah'ın helâl kıldığını haram,haram kıldığını da helâl sayamaz. Ancak, hakkındakesin ve açık bir nas olmayan hususlarda Islâm âlimlerinin ictihadyoluyla bir kanaate varmaları noktadan hareketle Kur'ân-ı Kerîm'i incelediğimizde, neşapka ne de başka bir kıyafetle ilgili herhangi bir hükümgöremeyiz. Lâkin Cenab-ı Allah'ın, mü'minleri sürekli olarakinanç ve davranış bakımından kâfirlere benzemektensakındırdiğini görebiliriz .O halde Islâm âlimlerinin şapka hakkındaki olumsuzkanaatlerinin dayanağı nedir? Islâm din bilginlerini bu kanaatasevkeden sebep, Peygamber sürekli olarak müslümanlarıgayr-i müslimlere benzemekten sakındırması ve bu konudahassasiyet göstermesidir. Nitekim Rasûlüllah Bir kavmebenzemeye çalışan, o kavimdendir" Ahmed b. Hanbel 11, 50;Ebu Davud, Libas, 4 ve "Bizden başkasına benzemeye özenenbizden değildir" Tirmizî, Isti'zân, 7 buyurmakla,şeklen dahi olsa, bir müslümanın kâfirlere benzemesine karşıolduğunu göstermiştir. Rasûlüllah şeklendahi olsa, müslümanların gayr-i müslimlere benzemeye özenmelerinekarşı oluşu haklı bir nedene dayanıyordu. O da,gayr-i müslimlere benzemeye özenen müslümanların, zamanladejenere olarak Islâm'dan uzaklaşmaları ya da ondan tamamenkopmaları endişesiydi. Zira Allah Resûlü; "Kişiinandığı gibi yaşamazsa yaşadığıgibi inanmaya başlar" gerçeğini çok iyi hemen belirtelim ki, hadisin metninde geçen "teşebbüh"kelimesi, yukarda görüldüğü gibi, tesâdüfi bir benzemeyi değil,benzemeye çalışmayı yani bir kimsenin benzemekistediği kişileri bilerek ve isteyerek taklıd etmeye çalışmasınıifade etmektedir. Yoksa bir gayr-i müslim, Islâma girmek gibi bir niyetiolmaksızın, müslümanlara mahsus bir alâmeti taşımakla,müslüman sayılamıyacağı gibi; "gayr-i müslimlerebenzeme kasdı olmaksızın, soğuk vb. sebeplerle onlaramahsus alâmetleri giyen bir müslüman da kâfir sayılmaz"Fetevâ-yı Hindiye, II, 276, Bulak 1310 h.. Hele hele kâfirlerinşiârı olmayan bir takım kıyafet vedavranışlarda gayr-i müslimlere benzeyen kimse asla tekfiredilemez Ali el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, II, 522, Istanbul1309 h..Ancak "Mecûsilerin mümeyyiz vasfı olanşapkalarını ve zimmîlerin küfrün şiârındanolan kalensövelerini, onlara benzemek kasdıyla giymek ya dahristiyan ve mecûsilere ait olan zünnarı kuşanmak küfür sayılmıştır"Şeyhzâde, Hâşiyetü Şeyhzâde alâ Tefsîr el-Kâdîel-Beydâvî, I, 108, Matbaatü's-Sultâniyye, Dâr'ül-Hilâfe, 1282 h.;Ali el-Kârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 167. Mısır,1323 h.; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm EbussuûdEfendi Fetvaları Işığında XVI. Asır TürkHayatı, Istanbul 1983, 118.Islâm dininde niyetler çok önemlidir. Hattâ amellerden de öncegelir ve ameller onlara göre değer kazanır. Bunun içindir kiIslâm âlimleri; "Küfre niyet eden kimse o andan itibarenkâfirdir" diyorlar. Böyle bir kimse, dış görünüşüitibariyle müslümanlara benzese de kâfirdir. Kaldı ki, Allah'a,O'nun Resûlüne ve sair dinî zaruretlere iman ve itikadıolmadığı için, seve seve kâfirlerin kendilerine mahsusalâmet ve şiârlarını giyinmiş ve kabul etmişolursa, artık bu kimsenin küfründe şüphe etmek bile caiz fakihlerin ekserisi "Kafirlere mahsus ve onlarınkıyafet alâmeti olan kalensöve yani şapkayı bir zaruretolmadan kendi arzusu ile giymek küfürdür. Zira bu alamet-i için bunu, ancak mecûsilik, hıristiyanlık, yahudilik gibiküfrün çeşitlerinden birini seçenler ve kalpleri küfür rengiile boyanmış olanlar giyebilirler. Esasen zâhir alâmetlerlebâtınî işlere istidlâl ve onun üzerine hükm etmek aklen veşer'an makbul ve mu'teber bir yoldur" bazıları ise; "Mecûsi, hıristiyan vesair kâfir milletlere mahsus ve onların kıyafet âdeti olankalensöve yani şapkayı kendi arzusu ile giyen bir müslüman,onlara benzemiş ve onları taklıd etmiş olduğu içingünahkâr olursa da kâfir olmaz" diyorlar Iskilipli AtıfHoca, Frenk Mukallitliği ve Islâm, Istanbul 1975, 21.Haddizatında İslam'ın ilk dönemlerinde, Mekke'de yaşayanmüslümanlarla müşriklerin kılık ve kıyafetleri biribirlerinden farklı değildi. Hicretin ilk yıllarında daMedine'de çoğunlukta olan yahudiler, ne âdette, ne giyimde, ne debaşka özel bir alâmette müslümanlardan müslümanlar çoğalıp güçlendikten vekendilerine cihad izni verildikten sonra, Rasûlüllah doğrultusunda, gerek âdette gerekse kılık vekıyafette gayr-i müslimlerden yavaş yavaş ayrılmayabaşladılar. Ki bu ayrılık o gün için bir Islâm ile küfür karşı karşıya gelmişti vebunun için safların belirginleşmesi, netleşmesigerekiyordu. Buna binaen müslümanlar, inançları vedavranışlarıyla kâfirlerden ayrıldıklarıgibi dış görünüşleriyle de onlardan ayrılmakdurumundaydılar ve gayr-i müslimlerin kimlikleri niteliğindekikıyafetlerini taşımaları yakışıkalmazdı. Müslümanların kendilerine has kimlikleri,kıyafetleri bu şekilde, müslümanlar başlangıçta bizzatkendileri gayr-i müslimlere benzememeye özen gösterdikleri halde, kendidevletlerini kurup büyük bir güç haline geldikten sonra durum sefer egemenlikleri altındaki zimmîlere müslümanlardan farklıbir şekilde giyinme mecburiyeti getirdiler. Peygamberimizinvefatından çok sonra getirilen bu uygulamanın gerekçesişuyduBazı fıkıh kitaplarında Ömer Ibn Hattâb veyaÖmer Ibn Abdü'l-Azız'den gelen rivayetlere dayanılarak, zimmîlerinmüslümanlardan kıyafetleriyle ayrılmalarının gerekliolduğu kaydedilmekte ve şöyle denilmektedir"Zimmiler, müslümanlarla içiçe olduklarından kendilerinemüslüman muamelesi yapılmaması için onlarıntanınmaları gerekir. Mümkündür ki, onlardan birisi yoldaaniden ölür ve bilinmeden namazı kılınarak müslümanmezarlığına gömülür" Reddü'lMuhtar, Istanbul1307, 111, 377.Evet dikkatin ve sakınmanın elzem olduğu Islâmfetihlerinin ilk çağlarında bu ayırım belkigerekliydi. Fakat yukardaki gerekçenin yeterli olduğu hayatta iken ne Allah'a ne de Peygamberi'ne inanmayan, Islâm ahkâmındanhiçbirini uygulamayan bir kimseye, ölümünden sonra ona müslümanmuamelesi yaparak yıkamak, cenaze namazını kılmak veIslâm mezarlığına gömmek ona hiçbir yarar bu muameleyi bilmeden yapanlar da haliyle bu yaptıklarındansorumlu kıyafetleriyle de gayr-i müslimlerden ayrılmasıgerektiği, hele şapka vb. alâmetlerin -zaruret hali hariç-asla giyilmemesi gerektiğini savunan merhum Iskilipli AtıfHoca'nın konuya yaklaşımı şöyledir"Her devletin alâmet-i mahsusayı haiz bir çeşitbayrağı vardır ki o bayrak hangi vapurun,zırhlının, tayyarenin, mektebin, binanın üzerindebulunursa, o devletin olduğuna hükmolunur. Meselâ bizim Yavuz zırhlısıbütün müştemilatı itibariyle Ingiliz, Alman ve Fransızzırhlılarına benzediği halde, yalnızşanlı bayrağının alâmet-i farikası ileonlardan ayrılır. Bu alâmeti görenler bizim zırhlımızolduğuna hükm ederler. Başka devletlerinbayrağının bizim zırhlıya çekilmesi siyaseten,örfen, âdeten ve kanunen yasaktır. Onun için bunun mürtekibi,hiyanet-i vataniye, cinayeti ve ecnebî taraftarlığı suçuylaitham edilerek idamına hükm olunur. Bunun için medenîmemleketlerden hiç birisinin bayrağını bizim vapurlara,zırhlılara çekmek suretiyle onları taklıd veteşebbühe yeltenmeye hiç bir kimse cesaret bunun gibi "Bizden başkasına benzeyen, bizdendeğildir" hadis-i şerîfi ile müslümanların, şiârve alâmet-i küfürde gayrı müslimlere benzemeye yeltenmeleriyasaklanmıştır. Binaenaleyh bizim zırhlıdabaşka devletlerin bayrağını görenler o zırhlınınbizim olmadığına hükm edecekleri gibi şapka, haç vesâir küfür alâmeti giyen ve takınanların Islâmîmilliyetten çıkıp kâfirler sınıfına iltihaketmiş olduklarına hükm ederler" Iskilipli Atıf Hoca, 24.Unutmamak lâzım ki, bir zamanlar şapkanın küfüralâmeti sayılması gibi "baş açık gezmek de kâfirlerinâdetlerinden sayılıyordu. Bugün ise baş açıkdolaşmak müslümanlar arasındayaygınlaşmıştır. Dolayısıyle küfürsayılmaz" Ali el-Kârî, Şerhu'ş Şifa", II,522. Nitekim eskiden "başı açık dolaşan,sokakta yemek yiyen, sakalını tıraş etmiş veya müzikdinleyen kişilerin şahitliği de kabul edilmezdi. Günümüzdebu örf ve kurallar değişmiştir. Çünkü bu davranışlarzamanımızda yaygın bir alışkanlık halinialmıştır" Yusuf el Kardavî, Islâm Hukuku Teori vePratik, Istanbul 1983, 179.Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz Zamana, mekana ya da örf veâdetlere bağlı olan hükümler; zamanın, mekanınyahut örf ve âdetlerin değişmesine paralel olarakdeğişebilirler. Hakkında kesin ve açık nas bulunan,değişken bir dayanağa istinad etmeyen hükümler ise asladeğişmezler. Bu hususu göz önünde bulundurarakşapkayı bu açıdan değerlendirmek gerekir. Binaenaleyhkafirleri taklıd etme, onlara benzemeye özenme gibi bir niyet taşımaksızınşapkanın giyilmesinde bir sakınca yoktur. Ve ister dinedayalı olsun ister laik olsun, hiçbir yönetim, kendi vatandaşlarındanherhangi bir zümreyi başka bir zümrenin dininden kaynaklanan örfve âdetlerini taklıde zorlamaya
şapka kanunu ile ilgili şiir