🎊 Yanlış Isimle Hitap Etmek Psikoloji

2eYP. Aile içi iletişimde eşler arasında iletişimin ana unsurlarından birisi de birbirine hitap şeklidir. Eşlerin birbirine sevgi, saygı ve yakınlığının da bir göstergesi olan hitaplaşma, yuvada sevgi, saygı ve şefkat eksenli bir ilişki kurulabilmesi ve bunun sürdürülebilmesi adına önemli bir dinamiktir. Meselenin bir boyuta da bu atmosferde yetişen nesillerin üzerinde meydana gelecek etki ve algıdır. Bunun için hanım beyine, bey de hanımına seslenirken kullanacağı isim, künye ya da sıfatları özenle seçmelidir. Zira iletişimde karşı tarafa verilecek mesaj, ona hitap ederken seçilen kelimeler üzerinden taşınacaktır. Bu kelimeler arasında ise başlangıçta tercih edilen ilk kelimenin yani hitabın ayrı bir yeri vardır. En Güzel Hitabı Seçmek Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem beyanları içerisinde İslam’da asıl olan, her işe ihsan vasfını hâkim kılmaktır “Şüphesiz ki Allah, her şeyde ihsanı güzelliği/iyiliği yazmış; farz kılmıştır…”1 Bu yönüyle ihsan, Müslümanın her işinde hayat standardını belirleyen bir ölçüdür. İhsan, söz, fiil ve davranışta en güzel ve en iyi olanı tercih etmektir. İhsan prensibi, en dar dairede aile içinde daha sonra da çevrede ve toplumda herkese ve her şeye karşı uygulanmalıdır. Bugün aile hayatında eşlerin birçoğu bu ilkeyi uygulamayı ihmal ettiklerinden sıkıntı yaşamaktadır. Zira “Allah güzeldir, güzeli sever.”2 hükmünce ilişkilerde güzeli aramak ve bu hususta örnek olmak, insanı hem Rabbine hem de çevresine sevdirecektir. Bu yönüyle aile içi iletişimde eşlerin, birbirine hitap ederken de ihsanı gözetmeleri gerekir. Eşler, birbirlerine en çok hoşlanacakları isim ve sıfatlarla hitap etmeye çalışmalıdırlar. İnsan, kendisinin hoşuna gitmeyeceği bir şekilde başkasına da hitap etmemelidir. Ta ki kendisi de hoşlanmayacağı bir hitapla karşılaşmasın. Peygamber Efendimiz’in hayatına bakıldığında O’nun hem ailevî hem de ictimaî hayatında sözlü ve fiilî sünnetinin daima bu istikamette olduğu görülür. O, bu konuda müminlere verdiği temel bir ölçüde, bunun bir kul hakkı olduğuna da dikkat çeker ve şöyle buyurur “Müminin kardeşi üzerindeki bir hakkı da onu, kendisine en sevimli gelen ismiyle çağırmasıdır.”3 Peygamberimiz’in Ezvâc-ı Tâhirâta Hitabı Allah Resûlü, hanımlarına, onların hoşuna gidecek bir isim ya da vasıf seçer ve öyle hitap ederdi. Hatta hitap ederken sesini incelttir ve yumuşatırdı. Bir defasında Hz. Âişe validemize şefkatli bir eda ile ismini de “Âiş” şeklinde değiştirerek şöyle demişti “Ya Âiş! Cibrîl, sana selam söylüyor.”4 Bir bayram günü Mescid-i Nebevî’ye Habeşliler gelmiş ve kılıç-kalkan gösterisi yapmaya başlamışlardı. Hz. Âişe validemize dönen Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, farklı bir isimle ona, “Ya Humeyra!” diyerek hitap etmiş ve “Onları seyretmek ister misin?” diye sormuştu. O Evet, isterim.’ cevabını verince ona uzun süre gösteriyi seyrettirmişti.”5 Allah Resûlü, Veda Haccı yolculuğuna eşleriyle birlikte çıkmıştı. Yola çıkarken Hz. Âişe validemizin saçlarına sürdüğü sarı renkli bir koku, yolculuk esnasında yüzüne akmıştı. Bunun üzerine Efendimiz, yüzündeki bu renkten hareketle kendisine şöyle hitap etmişti “Şu an rengin, gerçekten çok güzel ey Şukayra/Sarışın!”6 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem bazen hanımlarına “Ehl-i beyt” diyerek de hitap ederdi. Mesela Zeyneb bint-i Cahş validemizle evleneceği gece bütün hanımlarını tek tek odalarında ziyaret etmiş ve onlara “Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun, ey ehl-i beyt!” diyerek selam vermiş, hal ve hatırlarını Bu selam şeklinin Kur’ân’da da geçtiğini görmekteyiz. Hz. İbrahim ve ailesini ziyarete gelen melekler de onlara رحمة الله و بركاته عليكم اهل البيت diyerek selam Dolayısıyla selamlaşma ya da hitaplaşma esnasında “ehl-i beyt” yani hane ehli, ya da hane sakini/leri gibi bir hitap da kullanılabilir. Validelerimizin, Efendimiz’e Hitap Şekli Hanımları da Peygamberimiz’e saygıda asla kusur etmez bu konuda hitaplarından ses tonlarına kadar ölçülü hareket ederlerdi. Bu hem eş olarak O’na karşı bir hak ve vazifeleriydi hem de bu konuda bütün müminlere verilen emir onları da bağlayıcıydı “Ey iman edenler! Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resûlü’nün önüne geçmeyin… Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın…”9 Pak zevceleri, Allah Resûlü’ne, bir şey söyleyecekleri zaman ses seviyelerini ayarlıyor, “Ya Resûlallah!” ya da “Ya Nebiyyallah!” diye derin bir sevgi ve saygıyla hitap ediyorlardı. Mesela Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm, Hz. Sevde bint-i Zem’a’ya, “Ey Sevde! Bu evliliğe mâni olan ne var?” diye sormuş, o da büyük bir sevgi ve saygıyla Vallahi, Ya Resûlallah! Endişelerim Seninle ilgili değil; çünkü Sen benim için yeryüzündeki en sevgili kimsesin!’ demişti…10 Beşer oluşlarının gereği O’na karşı biraz duygusal tepki gösterecek olsalar, onda da çok dikkatli ve ölçülü hareket ediyorlardı. Mesela Hz. Âişe validemiz bu tür durumlarda sadece Peygamberimiz’in adını açıkça söylemiyordu. Onun bu metodunun farkına varan Peygamber Efendimiz, “Ya Âişe! Ben, senin Bana kızgın olup olmadığını anlıyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Âişe radıyallahu anha merakla, “Nereden, nasıl anlıyorsun?” diye sormuştu. Peygamberimiz’in onun bu merakına cevabı, “Sen, Benden hoşnut olduğunda, Muhammed’in Rabbi’ne yemin ederim’ diyorsun. Bana kızdığın zaman ise, İbrahim’in Rabbi’ne yemin ederim’ diyor ve adımı anmıyorsun.” şeklinde olmuştu. Eşinin bu dikkat ve anlayışı karşısında çok memnun olan Hz. Âişe annemiz, “Doğru söylüyorsun ya Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki o tür durumlarda ben Senin adını dilimde anmasam da kalbimde daim anarım.” Yine bu tür durumlarda Efendimiz onlara şefkatle yaklaşır, onları yumuşatıp öfkelerini alacak şekilde hitap eder ve sinirlerine hakim olabilecekleri yollar öğretirdi. Mesela Hz. Âişe validemiz bu konuda şöyle bir hatırasını nakleder “Öfkelendiğimde Allah Resûlü benim burnumun uç kısmını tutup sağa sola hareket ettirir ve bana, ismimi tasğîr yaparak, “Ey Uveyş! Aişecik” diye hitap ederdi. Ardından da şu duayı öğretirdi “Ey Ümmî Peygamber Muhammed’in Rabbi olan Allah’ım! Kalbimin öfkesini gider ve beni, fitnelerin dalalete düşürmesinden koru.”12 Yine bir gün Hz. Âişe’ye yüzünün güzelliğini ifade ederken aynı isimle hitap ederek “Ya Uveyş! Yüzünü ışıl ışıl görüyorum!”13 diye iltifatta bulunmuştu. Bununla beraber beşeriyetin gereği olarak ağızlarından O’nun hoşlanmayacağı bir hitap ya da söz çıksa hemen ondan af ister ve kendileri için istiğfarda bulunmasını talep ederlerdi. Mesela bir yolculuk esnasında Allah Resûlü, Ümmü Seleme validemizin nöbeti sırasında onun hevdeci sanarak Hz. Safiyye validemizin bulunduğu yere gitmiş, gidince de kısa bir müddet onunla konuşmuş ve geriye dönmüştü. Buna alınganlık gösteren Hz. Ümmü Seleme validemiz, Efendimiz dönünce kendisine, “Benim günümde onun yanına gidiyor ve onunla konuşuyorsun, öyle mi!” diye rahatsızlığını dile getirmişti. Ama çok geçmeden böyle bir serzenişte bulunmasının bile O’na karşı büyük bir yanlış olduğunu anlamış ve hemen istiğfar talebinde Künye İle Hitap Etme Arap kültüründe künye ile isimlendirme çok kadim bir uygulamadır. Araplar, değer verdikleri ve hürmet gösterdikleri kimselere, medih makamında isimleri yerine daha çok künyeleriyle hitap ederlerdi. Birisinin çocuğu dünyaya geldiğinde hemen ona nispetle anılırdı Ebû Seleme Seleme’nin babası, Ümmü Seleme Seleme’nin annesi… gibi. İnsanlara ya kız çocuğuna ya da oğlan çocuğuna nispet edilerek künye konulurdu. Hz. Âişe validemiz de bir gün, Peygamberimiz’den kendisine hitap edilirken hem O’nun hem de başkalarının kullanacağı bir künye talep etti. Tam o günlerde de kız kardeşi Hz. Esma da bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. Hz. Âişe validemiz de yeğenini hemen kundaklayıp Peygamberimiz’in yanına gelmişti. Peygamberimiz de kendisine getirilen bebeği sevinçle almış ve tahnik yapmıştı. Ardından da daha önce kendisinden künye isteyen Hz. Âişe validemize dönmüş ve “Ya Âişe! O, Abdullah’dır, sen de Ümmü Abdullah’sın” buyurmuştu. 15 Buna çok sevinen Hz. Âişe, ondan sonra bu künye ile de anıla gelmiştir. Bu olaydan hareketle pekâlâ diyebiliriz ki hitapta ihsanı yakalama adına eşler birbirlerine, hoşlarına gidecek yeni adlar verebilirler. Dedelerimizin, ninelerimizin hatta anne ve babalarımızın birbirine hitap ederken kullandıkları, “Bey, Ağa, Adam, Herif, Efendi, Helalim, Hanım ve Hatun” gibi birçok farklı sözcük de bu çerçevede değerlendirilebilir. Fakat bugün bu isimler kırsal kesimlerde varlığını sürdürse de terk edilmeye başlanmıştır. Bu sözcükler kendi içinde eşler arasında sevgi ve saygının yanında ciddiyet ve vakarı da barındıran isimlerdi. Yeni kuşaklar bunların yerine, “Hayatım, Canım, Aşkım, Bir tanem, Tatlım, Güzelim, Yavrum, Gülüm, Çiçeğim, Arım, Balım vs..” gibi hitaplar geliştirmiştir. Bu isim ve sıfatlarla hitap, aile içi dar dairede iletişimi besleyen ve destekleyen güzel hitaplar olsa bile toplum içinde hoş karşılanmayabilir. Dolayısıyla dar dairede kullanılabilecek bu hitaplar yerine toplum içinde, isimle beraber “bey ya da hanım” kelimesinin kullanılması daha saygınlık kazandıracaktır. Eşler Arasında Mahzurlu Hitaplar Bu isimlerin yanında espri yapmak, şaka yollu takılmak ya da aradaki samimiyeti ve sıcaklığı artıracağı zannıyla kullanılan bazı laubali hitap tarzları da vardır ki bunların bir kısmından özellikle kaçınmak gerekir. Mesela bir erkeğin hanımına “kardeşim, bacım” demesi, ya da “anam” diye hitap etmesi mahzurludur. Peygamberimiz bir gün, bir adamın, hanımına, “Bacım!” diye seslendiğini duymuştu. Bunun üzerine kendisine, “Bu, senin kız kardeşin midir?” diye sormuş ve onu bu hitap tarzından Zira bu vb. lafızların hepsi mahremiyet çağrıştıran lafızlardır. Bu yönüyle aile üyelerine ait bu özel kavramların eşler arasında birbirine hitap ederken kullanılması asla doğru değildir. Çünkü bir erkeğin hanımına, bu lafızlarla hitap etmesi, hukukî birtakım neticeleri olan “Zıhar” uygulamasının ahkamı altında Kaldı ki ancak muhatabı için kullanılabilecek bu tür özel ifadeleri, eşlerin birbirine hitap ederken kullanması, farklı ilişkileri çağrıştıracağından dolayı da tehlikelidir. Zira mahremiyet sınırını zorlayan bu ifadeler, çocukların saf zihinlerini bulandırabilir, temiz fıtratlarına zarar verebilir ve aile içinde ahlakî inhiraflara eğilim meydana getirebilir. Dolayısıyla bu tür ifadeler hem hukukî hem ahlakî hem de pedagojik açıdan mahzurludur. Kaldı ki bir müminin zihin safveti ve dil nezaheti de bunu kabul etmeyecektir. Mahzurlu Hitaplardan Bir Diğeri Eşler bazen birbirinin ismini açıkça zikretme yerine, “İşte şuradaki/buradaki, bu/şu, bizimki, evdeki vs..” gibi kelimeler kullanmaktadır. Bu ifadeler zahiren mahzursuz gibi gözükse de bunları da kullanmak sağlıklı iletişim açısından isabetli değildir. Zira insanlar bu şekilde anılmaktan hoşlanmazlar. Kaldı ki kendisini böyle anan bir kimsenin yanında bulunan kişi buna karşı tabiatıyla rahatsızlığını izhar eder. Açık ismin kullanılmamasının çoğu zaman sebebi eşler arsındaki çatışma dönemleridir. Nitekim evliliklerde iletişim bozulmaya başladığı anda ilk terk edilen isimdir. Bu yüzden olsa gerek, “Onun ismini bile ağzıma almak istemiyorum” cümlesine hiç yabancı değilizdir. Dolayısıyla ister tarif etmek isterse hafife almak isterse de rahatsızlığın bir ifadesi olarak bu tür bir yola başvurmak eşleri birbirinden daha da uzaklaştırabilir. Bunun için Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, “Ey bu, şu, kişi, şıtt veya ey şey!” gibi kelimelerle yapılan hitapları hoş karşılamamıştır. İnsanların birbirini daima muhatabının hoşuna gideceği en sevdiği ismiyle çağırmasını tavsiye İletişimi bozan bir olay ya da bir durum varsa burada tamir ve tashih edici yaklaşım da ilk önce sözcüklerden başlatılmalıdır. Bu sözcükler arasında bidayette en etkili olanı, o kimseye en hoşuna giden ismiyle hitap etmektir. Bu vesileyle eşine ya da kardeşine karşı problemler yaşayan kimse yumuşayacak ve bundan büyük bir memnuniyet duyacaktır. Bu da Efendimizin nurlu beyanlarında buyurduğu gibi Allah katında en sevimli amellerden birisidir “Farzlardan sonra amellerin Allah’a en sevimli olanlardan birisi de bir Müslümanı sevindirmektir.”19 İnsan bazen bir güzel hitapla bazen bir tebessüm ve iltifatla bazen de bir hediye ile sevinecek ve birbirinden uzaklaşan kalpler yeniden yaklaşacaktır. Bu sayede ölmeye yüz tutmuş sağlıklı iletişim de yeniden canlanmaya başlayacaktır. Güzel sözün makbul sadakalardan sayılmasının bir esprisi de budur. Hafife Alma ve Lakapla Hitap Eşlerin, birbirine hoşlanmayacakları isimler koyarak muhatabını hafife almaması ve alaylı bir üslup kullanmaması da aile içi sağlıklı iletişim adına önemlidir. Bundan dolayıdır ki İslam’da ikili ilişkilerde bu tarz hitap ve davranışlar yasaklanmıştır “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne malum? Belki alay edilenler, edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler, edenlerden daha hayırlıdır. Bir de kendi nefislerinizde ayıplar aramayın, birbirinizi de ayıplamayın ve birbirinize kötü lakaplar yakıştırmayın, birbirinizi lakaplarla çağırarak yaralamayın…”20 Bu meyanda eşler birbirlerinin eksikliğini ve kusurunu ifade eden sıfatlarla da seslenmemelidir. Böyle bir davranış, eşliğe ve kardeşliğe sığmadığı gibi Allah Resûlü’nün de yasakladığı bir hitap tarzıdır “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahcup etmez ve onu küçük düşürmez. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçük düşürmesi kâfidir.” Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bu tür, insanları küçük düşürücü sıfatların ya da yakıştırma isimlerin kullanıldığını duyduğunda bundan en güzel şekilde sakındırmıştır. Mesela bir gün Hz. Safiyye validemize Yahudi asıllı olduğu için Efendimiz’in bir diğer eşi Hz. Hafsa ve Hz. Âişe validemiz, “Sen Yahudi kızısın. Biz ise Resûlüllah’ın amca kızları ve eşleriyiz!” diye biraz takılmış ve bununla ondan daha hayırlı olduklarını ifade etmişlerdi. Onların bu hitaplarından rencide olup çok üzülen Hz. Safiyye validemiz, Peygamber Efendimiz yanına gelince olup-biteni anlatmıştı. Hanımının çok üzüldüğünü gören Efendimiz, gözyaşlarını silerek onu teselli etmiş ve hem ona hem de diğer eşlerine bir daha aynı hataya düşmekten alıkoyacak şu hikmetli çözümü göstermişti “Sen bir Peygamber kızısın. Senin amcan da peygamberdir. Ayrıca bir de peygamberin nikahı altındasın. Öyleyse onlar, sana karşı neyi ile iftihar ediyorlar ki Babam Harun, amcam Musa ve eşim de Hz. Muhammed’dir’ deseydin ya!” Ona, bu sözleriyle büyük bir teselli kaynağı olan Efendimiz diğer taraftan Hz. Hafsa ve Âişe validemize de, “Allah’tan korkun, emirleri ve nehiyleri karşısında saygılı olun” diyerek, aralarındaki iletişimde daha dikkatli olmalarını ders En Güzel Hitapta Bir ölçü Sağlıklı iletişim adına en güzel hitabı ararken isim ya da vasıflarda aşırıya kaçmamak da gerekir. Yoksa en güzeli arayalım derken mübalağa ile zımnî yalanlara girilebileceği gibi muhatabın yaratılış, kabiliyet ve donanımını aşan isimler, onun psikolojisini bozup, kibre-gurura sevk edebilir; eşi, ailesi ve çevresiyle uyumunu bozabilir. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem sadece kötü manalı veya tevhid anlayışına zıt isimleri değiştirmekle yetinmemiş aşırılık ifade eden isimleri de mahzurlu görmüş ve değiştirmiştir. Mesela Hz. Zeyneb bint-i Cahş validemizin asıl ismi, “İyi insan, kusursuz kimse ya da günahsız” anlamına gelen “Berre” idi. Peygamber Efendimiz bu ismi, “Zeyneb” ismiyle değiştirdi. Zira isimlerin insan karakteri üzerinde önemli bir tesiri vardı ve bu isim onu, zamanla kendini beğenmeye sevk edebilirdi. Zaten insanlar da onun hakkında “O, kendisini tezkiye ediyor ve temize çıkarıyor!” diye konuşmaya Hatta Efendimiz, bu adı değiştirirken “Allah, sizin iyi olanlarınızı en iyi bilendir. Kendinizi temize çıkarmayın”23 buyurmuş ve isim, unvan ve sıfatlarda ifrata kaçılmamasını tembihlemiştir. Dolayısıyla bugün eşler birbirine hitap ederken bu hususa da mutlaka riayet etmelidir. “Eşimi en güzel isimle çağıracağım” diye onun psikolojik dengesini bozabilecek ad ve sıfatlardan kaçınmalıdır. Mesela, erkeğin hanımına, “Meleğim, İyilik Meleğim, İyilik Perim, Tanrıçam vs.” gibi kelimelerle hitap etmesi; yine bu çerçevede kadının kocasına, “Kalbimin sahibi, ya da Hayatımı adadığım, Melek kalplim, Krallar kralı” vs. gibi mübalağalı isim ve sıfatlar da İslam’ın tevhid akidesi açısından mahzurludur. Sonuç Görüldüğü üzere aile içi sağlıklı iletişimin kurulmasında ve sürdürülmesinde eşlerin birbirine hitap ederken seçeceği isim ve sıfatların hayati önemi vardır. Burada da en temel ilke hukukî, ahlakî, dinî, pedogojik ve psikolojik açıdan sakınca içermeyen; vakarı, saygıyı ve muhabbeti artıran ve eşlerin de hoşuna gidecek olan ifadelerle hitap etmektir. Eşlerin birbirine hitap ederken dikkat etmesi gereken bir diğer ölçü de alay, küçümseme, değersizleştirme ve hakareti çağrıştıran, incitici ve gönül kırıcı kelimelerden her zaman uzak durmalarıdır. Bu çerçevede eşlerin birbirini, mutlu edecek, sevindirecek isim ve sıfatlarla çağırması, Nebevî bir yoldur. Bu sünnetin ihya edildiği evler, cennet köşelerinden bir köşe haline gelmeye namzet bereketli, huzur dolu yuvalardır. Eşlerin iletişimi güçlendirdiği zannıyla kullandığı laubali hitap şekilleri ise başta ebeveyn olmak üzere diğer hane sakinlerini de olumsuz etkileyecek, zamanla karşılıklı saygıyı zedeleyecek ve iletişimde korunması gereken makul mesafeye zarar verecek mahzurlu ifadelerdir. Yazar Dr. Selman Kuzu DipnotMüslim, Sayd 57; Tirmizî, Diyât 14Müslim, İman 93; İbn-i Mâce, Dua 10Bkz. Zemahşerî, Keşşâf 4/14; Taberânî, Kebîr 4/13 3499Buharî, Edeb 111Nesaî, Sünen, 8951; İbn-i Hacer, Fethul-Bârî, II/444. Bu arada “Humeyra” kelimesi kızıllık, pembelik gibi manalara Sa’d, Tabakât, X/57Buharî, Tefsir Sûresi, 11/73Bkz. Hucurât Suresi, 49/1-3Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, VI/66Buhari, Nikah 108Gazzalî, İhya, IV/301; Deylemî, Müsned, Had. No 8644İbn Hacer, el-İsâbe 1931İbn Sa’d, Tabakât, X/76İbn-i Hıbban, Sahîh 8117Ebû Davûd, Talak 15Zıhar, bir erkeğin, hanımına “Sen, bana anamın sırtı gibisin” diyerek onu kendisine haram kılması uygulamasıdır. Cahiliye döneminde Araplar, bu cümleyi kullanır ve hanımlarına yaklaşmazlardı. Ancak onu tamamen de boşamaz ortada bırakır ve mağdur ederlerdi. Kadın da tam boşanmış olmadığı için başka bir alternatif düşünemez ve yeni bir hayat kuramazdı. Dolayısıyla kadın büsbütün çaresiz kalırdı. İşte bu anlayışın ve uygulamanın çirkinliği Mücadele suresinde indirilen ayetle bildirilerek adil yeni bir düzenlemeye gidilmiştir “İçinizden hanımları hakkında zıhar yapanlar bilsinler ki onlar kendilerinin anası değildir. Onların anneleri sadece kendilerini doğurmuş olanlardır. Onlar gerçekten çirkin bir söz söylüyorlar. Bununla beraber Allah’ın affı ve merhameti çoktur. Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. Fakat kim bunu bulamazsa, birbiriyle temas etmeden önce, fasılasız iki ay oruç tutmalıdır. Buna da güç yetmeyen altmış yoksulu doyurmalıdır. Bu hükümler Allah ve Resûlü’nü tasdik ve onlarla amel edip Cahiliye uygulamalarını reddetmeniz için konulmuştur. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır…” Mücadele Suresi, 58/2-4 Dolayısıyla İslam, Cahiliyedeki bu yanlış hitap tarzını yasakladı ve haksız boşama şeklini geçersiz kıldı. Bununla da yetinmeyip keffâret verinceye kadar geçici bir haramlığa sebebiyet verdiğini de belirtti. Aynı zamanda böyle bir boşama şekline müracaat etmiş erkeğe de bir çıkış yolu gösterdi. Kadınların böyle bir uygulamayla haklarının çiğnenmesi ve bütünüyle mağdur edilmelerinin de önüne geçti. El-hasıl bugün bir erkeğin hanımına hitap ederken, “anam” diye seslenmesi bahsettiğimiz zıhar talakına benzeyebilir. Bunun için böyle bir hitap, asla kullanılmamalıdır. Daha geniş bilgi için bkz. Ali Ahmed Abdulâli et-Tahtavî, Tenbihu’l-Ebrâr bi-ehkâmi’l-Hul’i’/et-Talâk/ez-Zıhâr, 179-194, Beyrut, 2003Zemahşerî, Keşşaf, IV/15; Deylemî, Müsned, IV/104Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr 10923Hucurât Sûresi, 49/11Tirmizi, Menâkıb 29; İbn Sa’d, TabakâtX/101Bkz. Buharî, Edeb 108; Müslim Edeb 17Müslim, Adab 19 Ana Sayfa İletişim EN 2016-07-12 Mahcubiyet, doğumdan itibaren hissedilen temel duygulardan biri olmayıp, kişinin kendilik algısının ve davranışlarının diğer insanlar tarafından değerlendirileceğine dair kavrayışının gelişiminden sonraki süreçte zaman içinde belirir. Kızgınlık, şaşkınlık ve korku gibi temel duygular düşünce süreçlerinden bağımsız, otomatik olarak ortaya çıktıkları halde, utanç, suçluluk, gurur gibi kişinin kendi benliğine dair bir farkındalığı temel alan duygular daha karmaşıktır. Bu duyguların hissedilebilmesi, kişinin kendisi hakkında düşünebilmesini ve kendi kendini değerlendirebilmesini gerektirir. Tipik olarak, bir insan mahcup olmuş hissettiğinde belli bir takım davranışlarda bulunur. Örneğin, yeni tanıştığı birine yanlış bir isimle hitap eden bir kadın muhtemelen yere bakacak, gülümsemesini kesecek, kafasını farklı bir yere çevirip bakışlarını karşısındakinden kaçıracaktır. Yüz kızarması da yaygın olarak görülmekle beraber, Harris bu tepkinin evrensel olmadığını belirtmiştir. Gözle görünür olan bu tepkilerin arka planına bakıldığında da, bu ikincil duygular esnasında temel duygulardakinden farklı bir fizyolojik sürecin işlediği görülür. Kızgınlık ve korku gibi temel duygular esnasında hem kalp atış hızı hem de kan basıncı aniden yükselirken, mahcubiyet esnasında, Harris’in araştırma bulgularına göre, ilk anda kalp atış hızı ve kan basıncı aniden yükselmekteyse de kısa süre sonra kalp atış hızı normale döndüğü halde kan basıncı yükselmeye devam etmektedir. Harris “Bu ikili bağlantı, mahcubiyet duygusuna özgü bir işaret olabilir” demiştir. Peki mahcubiyet beynin hangi bölgesinden kaynaklanır? Yakın zamanda, California Üniversitesi’nden Nöroloji Doçenti Virginia Sturm ve ekibi, beynin belli bir bölgesindeki gri maddenin mahcubiyet duygusunun oluşumunda önemli bir rol oynadığını belirledi. Sturm’ın, sosyal olarak uygunsuz açıklamalarda ve davranışlarda bulunmalarına rağmen hiç utanmış veya küçük düşmüş hissetmeyen, frontotemporal demans kişilik ve davranış düzeyinde derin değişikliklere yol açan bir beyin hastalığı tanısı almış hastalarla yürüttüğü çalışmada, beynin sağ lobunda bulunan “pregenual anterior cingulate cortex” bölgesinin bu hastalarda, sağlıklı insanlara kıyasla daha küçük bir hacme sahip olduğu ortaya çıktı. Sağlıklı insanlarda da beynin bu bölgesinin mahcubiyet duygularının üretiminde rol oynadığı düşünülüyor. Nitekim Sturm ve ekibinin yürüttüğü çalışmada, kendilerinin 1964 yılının hiti olan “My Girl” şarkısını söylerken çekilmiş videolarını izlerken kolaylıkla mahcup hissetmeyen sağlıklı katılımcıların, performansları nedeniyle mahcup olan bireylere kıyasla beyinlerinin “pregenual anterior cingulate cortex” bölgesinde daha az gri maddeye sahip oldukları saptandı. Psikologlar, ayrıca utanç shame ve mahcubiyet embarrassment duyguları arasında ciddi bir ayrım olduğunu vurguluyorlar. George Mason Üniversitesi’nde Psikoloji öğretim görevlisi olan June Tangney, “Pek çok insan utanç ve mahcubiyet duyguları arasında bir bağlantı olduğuna, hatta mahcubiyetin bir anlamda hafif utanç’ olarak da düşünülebileceğine inanır.” diyerek, aslında gerçekte bu iki duygunun birbirinden bağımsız olduğunu dile getirdi. Tangney’e göre, utanç kişinin gerçekleştirdiği ahlaki bir ihlalle veya işlediği bir suç ile bağlantılı olarak hissettiği daha yoğun bir duyguyu ifade ediyor. Ayrıca pek çok insan utanç duygusunu diğer insanlarla bir aradayken hissetmesine rağmen, yalnız başınayken utanç duygusunu hisseden insanların sayısı da az değildir. Öte yandan mahcubiyet sosyal ortamlarda yapılan yanlış davranışlarla doğrudan bağlantılı olduğu için kişi sosyal bir çevre dışına çıktığı zaman mahcubiyet duygusu da çoğunlukla ortadan kalkıyor. Ayrıca mahcup hisseden insanların hatalarıyla eğlenme eğiliminde olduklarını ifade eden Tangney, “Fakat insanlar utanç hissettiklerinde, bu durumla ilgili mizahi ve gülünç hiçbir unsur bulunamaz.” diyerek, iki duygu arasındaki farkı vurgulamıştır. *Kirsten Weir’in, Monitor on Psychology dergisinin Kasım 2012 tarihli 10 numaralı sayısında yer alan “A Complex Emotion” başlıklı yazısının Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi Bizi Arayın Terapistlerimiz Benzer İçerikler Zor İnsanlarla Konuşmanın 8 Yolu Ninja-insan becerileri herkesle iyi geçinmenize yardımcı olabilir. Çoğumuzun üstünlük davranışı gösterenlere alerjisi vardır. Bu insanlar küçümseyici bir ... Beden Algısı Bozukluğu ’Beden algısı bozukluğu; kişinin dış görünümündeki önemsiz denebilecek kadar küçük veya hayali kusurlarıyla yoğun zihinsel uğraşı ... İlginizi Çekebilir Sınav Kaygısı ile Başa Çıkmak Sınav Kaygısı ile İki Ana Adımda Başa Çıkılabilir. Genellikle duygusal ve fiziksel belirtilerle kendini gösteren sınav kaygısını bu dönemde pek çok gençte... Sitemiz performansını artırmak ve kullanıcı deneyiminizi geliştirmek için çerezler kullanmaktadır ve bu web sitesini kullanmaya devam ederseniz, çerez kullanımını kabul etmiş olursunuz. Kullandığımız çerezler hakkında daha fazla bilgi edinmek için çerez politikamız Kabul Et Yalnızlık konusunda yalnız değiliz. Yalnızlık çağımızın salgınlarından biri. İngiltere’de bu konuda bir bakanlığın bile kurulduğu haberlerini okumuşsundur. İnsanlara karşı güvensizleşiyoruz. Yalnızlaşıyoruz. Giderek yiyecek paketleri küçülüyor, mutfaklar küçülüyor, evler küçülüyor. Ülkeler endüstrileştikçe, modernleştikçe, bireyselci hale geliyor. Daha fazla arkadaş seçebilecek imkiana kavuşan insanlar daha seçici hale geliyor. Yalnızlıkları artıyor. Artan boşanmalarla birlikte tek bir ebeveyni ile büyüyen çocuklar daha küçük yaştan, yalnız bir erişkini model almış oluyorlar. Yalnız olmak ve kendini yalnız hissetmek Yalnız olmak ve kendini yalnız hissetmek aynı şeyler değiller. Bunun en büyük göstergelerinden biri kendisini yalnız hisseden kişilerin birçoğunun evli olması. Hastanede yatan hastaları düşünün. Bir çoğunun oda arkadaşları ve refakatçıları bulunur. Gün boyunca sağlık personeliyle iletişim halindedirler. Ama bir çoğu buna rağmen kendisini yalnız hisseder. Yalnızlık hissi yalnız olduğumuzda değil, tercih ettiğimiz kişiden ayrıldığımızda hissettiğimiz duygudur. Diğer önemli bir örnek de yeni doğum yapmış annelerin yaşamış olduğu yalnızlık duygusu. Sürekli kucağında bir bebekle gezen annelerin yalnızlık çekebileceği ihtimali birçok insanın aklına bile gelmez. Oysaki bir çoğu görünmeyen bir yalnızlık içindedir. Annelerin sosyalleşmelerini sağlayacak olan imkanların oluşturulması gerekiyor. Örneğin; eşlerin ve diğer yakınların bebeğe göz kulak olmaları gibi. Birey kendisini evliyse de, işi varsa da, başkaları tarafından seviliyorsa da, gençse de, çocukları varsa da… yalnız hissedebilir. Yalnızlık çeşitleri Engin Geçtan 1983 İnsan Olmak adlı kitabında farklı yalnızlık çeşitlerinden bahsetmektedir. Tek başına yaşayan insanlar yalnızlık hissedebilir. Kendi toplum grubuna yabancılaşarak yalnızlaşabilir. Çevre tarafından dışlanma nedeniyle yalnızlık meydana gelebilir. Bir insan çevresiyle ilişkilerini en aza indirerek kendi seçimi ile yalnızlaşabilir. Gerçek yalnızlık. İnsanın kendisini anlaşılmamış ve kimsesiz hissetmesi Geçici yalnızlık. Bireyin kendi seçimiyle çoğunlukla yapıcı ve yaratıcı sonuçlar doğuran yalnızlık. Yalnız kalmanın ne zaman yaratıcılık kazandırdığı, ne zaman psikolojik rahatsızlıklar yaşanmasına sebep olacağını kestirmek oldukça güçtür. Sizin de aklınıza gönüllü geçici yalnızlık örnekleri gelebilir. Örneğin; kitap yazan, meditasyon yapan, itikafa çekilen, halvet gibi deneyimler yaşayanlar. Bireyin kendi seçtiği bir yalnızlık huzur getirebilir. Elbette mizaç itibariyle yalnızlıktan hoşlanan bireyler de vardır. Bu yazının amacın insanların sahip olduğu ilginç karakter özelliklerini kişilik bozukluğu ya da patolojik olarak sınıflandırmak değil kesinlikle. Fakat yalnızlığın birçok kişinin hayatında duygusal güçlükler yaşattığını da göz ardı edemeyiz. Yalnızca insanlardan değil doğadan ve hayvanlardan da uzaklaştık. Dünya ile daha bütün hissedersek kendimizi, o zaman yalnızlık hissine yer kalmayabilir. – Engin Geçtan Giderek yalnızlık oranları artıyor Farklı çalışmalara baktığınızda ortalama %25-48 oranında yalnız birey yaşamaktadır. Boylamsal çalışmalar arasından erişebildiğim en uzun soluklu araştırma olan Michigan Üniversitesine ait [Health and Retirement] Sağlık ve Emeklilik çalışmasına göre toplumda kendini yalnız hisseden bireylerin oranı %27’ye ulaşmış durumda. Yalnızlıkta yalnız değilsiniz. Son 20 yılda ortalama yalnızlık oranı %3-7 oranında artış göstermiştir. Yalnızlıkla baş etmek neden zor? İnsan beyninin uyaranlara ihtiyaç duyduğuna inanılır. Uzun süre izolasyonda kalan bireylerin giderek bilişsel kabiliyetlerinin azaldığını gösteren birçok çalışma bulunuyor. Başka insanlardan yoksunluk bir işkence metodu olarak da kullanılabiliyor. Birçok insanı yalnız kaldıklarında büyük bir boşluk duygusu kaplar. Farklı aktivitelerle meşgul olmak yalnızca başkalarının yanındayken mutluluk verir. Kendi başlarınayken ne yapacaklarını çoğu zaman bilemezler. Ya da yapacak motivasyon bulamazlar. Yalnızken kendimize odaklanırız. Dışarıdan geri bildirim gelmeden içimizde bir düzen sağlamamız oldukça güç olur. Giderek düşüncelerimiz daha karmaşık hale gelir. Örnek. Yalnız başına kalan bir ergen şu soruları sormaya başlayabilir kendisine; Acaba arkadaşlarım şu anda neler yapıyorlar? Sivilcem mi çıkıyor şurada? Okulda tartıştığım tiplerle başım belaya girecek mi? Başkalarından geribildirim almadan yaşarsak zamanla gerçeklik olgumuzu yitirmeye başlarınız. Kendi duygularımızı da anlamlandırmakta güçlük çekeriz. Ötekinden gelen geribildirim olmadan özbildirimlerimiz de körelmeye başlar Sayar, 2014. Yalnız kalmayı büyük bir yük olarak gören insanlar, kötü ilişkilerde ısrarcı olabilirler Thibaut ve Kelley, 1986. Yalnızlığın fiziksel sonuçları Yalnızlık bağışıklık sistemini zayıflatır. Böylelikle birey daha kolay hastalanır. Kişi ayrıca var olan fiziksel hastalıklarıyla baş etmekte güçlük yaşar. Yalnızlığın birçok fiziksel hastalık riskini artırdığı düşünülüyor. Kalp krizi, beyin kanaması, Alzheimer, soğuk algınlığı… Yalnızlığın ölüm riskini sigaradan, hareketsizlikten ve obeziteden daha fazla artırdığı düşünülüyor. Başkalarının dokunuşlarına karşı oldukça duyarlıyız. Saçlarımızdan, derimize… birçok nöronlarımız bulunuyor. Kucaklaşmanın, dokunmanın vücut için yararlı olduğunu gösteren birçok çalışma bulunuyor. Daha kötü besleniyor yalnız bireyler. Yalnızken kişinin yemek yapma konusunda özenme motivasyonunun düştüğüne siz de şahit olmuşsunuzdur. Atalarımız için yalnız olmak daha fazla ölümcül risk barındırıyordu. Sürüden ayrı kalan kuzuyu kaparlar misali. Vücudumuz yüksek bir stresle yalnızlığa cevap veriyor oluşunun bir nedeni de bu olabilir. Yalnızlık bizi fiziksel olarak hasta da yapabilir, yalnızlığa sürüklenmiş hissediyorsak. Kişiliğimizi de güçlendirebilir, kendimiz bir süre yalnız kalmak istiyorsak. Yalnızlığın psikolojik sonuçları Yalnız insanlar giderek daha da fazla yalnızlaşıyor. Zamanla yalnız bireyler insanların yüzlerini daha tehditkar olarak algılamaya başlıyorlar. İnsanlara karşı olan çekinceleri, güvensizlikleri artıyor. Yalnız insanlar psikolojik açıdan oldukça önemli olan sosyal destekten mahrum kalabiliyorlar. Yoğun yalnızlık hisleri yaşayanlar adeta felç olmuş gibi aşırı bir umutsuzluk, kaygı ve gerginlik yaşayabilirler. Birey kendisini sevilmeye daha az layık görmeye başlayabilir. Daha sık şu problemleri yaşıyorlar Depresyon, öfke, uykusuzluk, kronik stres, Daha düşük oranlarda İyimserlik, kendiyle barışık olma, yılmazlık Yalnızlık sosyal destek eksikliği, sigara kullanmak ya da obezite kadar ölümcül Bir etkiye sahiptir. ⇒ İngiltere’de yapılan bir çalışmada şu sonuç ortaya konmuştur. Psikolojik hastalıkları olanların yüzde 84’ü kendisini sosyal olarak izole hissediyor Mind 2004. Yalnızlık ve psikolojik hastalıklar arasındaki ilişki muhtemelen çift yönlüdür. ⇒ Kendilerini yalnız hisseden kişiler romantik sahtekarların [romantic scammer] tuzağına düşmeleri kolaylaşıyor. Bu şekilde internette tanıştıkları gerçek olmayan profillere para kaptıran birçok insan bulunur. Kendilerini yalnız hisseden bireyler çok aç insanlar gibidir. İnsan çok acıktığında ne olsa yiyebilecek hale gelir. Kişisel kontak ihtiyacı artak kişi de ilişki kurduğu insanlar konusunda seçici davranamayabilir. Yalnızlık, partner bulamama giderek kişinin kendisine olan güvenini düşürebilir. Kötü ilişkiler kendilerine olan güvenleri düşük olan kişilerin beklentilerini karşılamaya yetebilir Edwards vd., 2011. Belki de bu nedenle hali hazırda partneri olanlar daha çekici görünebilir, yalnız olanlara kıyasla. Yalnızlığın ekonomik sonuçları Tek kişinin yaşadığı ev, tek kişi işin yanan lamba, çalışan ev aletleri, şöförü dışında yolcusu olmayan araçlar. Hem ekonomik açıdan, hem de sürdürülebilir enerji ve doğa için yalnızlık oranlarının artması korkutuyor. Kimler daha fazla yalnızlık deneyimliyor Bekarlar Mahkumlar Yaşlılar Göçmenler İşsizler Fiziksel rahatsızlıklarından dolayı yalnız kalanlar. Eşini kaybedenler. Erkekler ortalama olarak kadınlardan daha genç yaşta öldükleri için ve genelde de evlilikte eşlerinden daha ileri yaşta oldukları için, eşini kaybederek yalnız kalan kadın sayısı daha fazla. Büyük şehirlerde yaşayanlar Ebeveynlerinin ikisi de çalışan, sıklıkla evde yalnız kalan çocuklar Çekingen bireyler, kendinlerine güveni düşük… İnsanlardan beklentileri yüksek olanlar Buna karşın empati [eşduyum] düzeyi yüksek, kendilerini daha iyi tanıyan bireylerin daha az yalnızlık çektiği düşünülüyor. Kişi yalnız başına da ayakda kalamaz mı? Çocukluğunda ailesi tarafından ihmal edilmiş, sonrasında da iyi ilişkiler kuramamış kimi bireyler yılmazlık geliştirmiş olabilir. Ama bu örnekler genelde istisna oluyor. Birçok insan yaralı biri olarak büyüyor. İnternet ve yalnızlık Bir çoğumuz e-postalarımızı ve facebook mesajlarını okurken önümüzde ki dijital verilerin gerçek bir iletişim olmadığının farkındayızdır. Kimileri ise interneti bir varış noktası olarak değil yol olarak kullanır. Internet üzerinde tanıştıkları insanlarla gerçek hayatta buluşurlar. Internet bireyin yalnızlık çekme riskini artırıyor. Peki ya interneti sosyal ilişkiler açısından varış noktası olarak kullananlar. Uyumlu otantik – gerçek olmayan kişilikleri ile kendilerini daha fazla kabul görmüş hissedebilirler. Fakat yalnızlık hisleri büyük ihtimalle geçmeyecektir. Büyük bir yalnızlık içinde olanlar açlık çekenler gibidir. Çok acıkınca sert ya da normalde hiç yemek istemeyeceğiniz bir şeyi yiyebilirsiniz. Kronik yalnızlık çekenler de normalde ilişki kurmak istemeyecekleri kişilerle iletişimde kalabilirler. Benzer şekilde yalnızlık çekenler farklı savunma mekanizmaları kullanabilirler Aşırı yemek yeme, alışveriş yapma, film seyretme, amaçsızca alışveriş merkezlerinde vitrinleri seyretme gibi savunma mekanizmalarını kullanabilirler. Yalnızlık ve varoluşsal korkular Yaşlılarda kronik yalnızlık bir süre sonra varoluşsal bir korkuyu da beraberinde getirebilir. Örneğin; yalnız başına ölmek ve evde günler sonra kokuşmuş bir halde bulunmaktan korkmak gibi. Bu korkuyla düzenli olarak onları kontrol edecek birileri bulunarak baş edilebilir. Ama bu temel duygusal ihtiyaçlarını gidermek için yeterli olmaz. Yalnızlık, yaşamda bir an, Hep yeniden başlayan.. Dışından anlaşılmaz. Ya da kocaman bir yalan, Kovdukça kovalayan.. Paylaşılmaz. Bir düşün’de beni sana ayıran Yalnızlık paylaşılmaz Paylaşılsa yalnızlık olmaz. Özdemir Asaf Yalnızlık ve bencilleşme Yalnız bireylerin özellikle de çocuğa sahip olmayanların giderek bencilleştiği düşünülür. Bencilleşme kendi çıkarlarını düşünmek ve kendini korumaya almakla ilgilidir. Oysaki birçok yalnız insanla iletişim kurmak istediğiniz zaman büyük bir iletişim açlığı içerisinde sel olup üzerinize yağarlar. Onlara karşı set kurmakta çok güçlük çekersiniz. Yalnızlık ve televizyon alışkanlığı Yalnız kaldıklarında birçok bireyin kafasında olmadık düşünceler, kaygılar oluşmaya başlayabilir. Düşünceler giderek karmaşıklaşabilir. Bu durumda televizyon seyretmek bir nebze rahatlama sağlayabilir. Zira tanıdık yüzler, reklamlar insana rahatlatıcı bir nesne sunabilir. Hele de aynı programı takip ediyorsanız. İnsanların sıklıkla izlemediği halde bütün gün televizyonu açık tuttuğunu görürsünüz. Yeni bir filmden ziyade aynı hoşlandıkları yormayan bir filmi tercih ederler. Kişinin oldukça ilgisini çeken bir program olmadığı müddetçe televizyon izlerken hafif düzeyde depresif dahi olabilmektedir. Buna karşın yalnızken rahatlatıcı bir etkisi de görülebilmektedir. Benzer etkiyi bireyler arada telefonlarını karıştırarak sevdikleri insanların online olduğunu görerek de hissederler. Yalnızlık – Yapılan hatalar Pes etmek Yalnız bireylerin en büyük hatalarından birisi işe yaramayacak çözüm önerilerinin peşine takılarak boşa enerji harcamaları. Bunun sonucunda da “bak işe yaramıyor, ben değersiz bir insanım” diyerek büsbütün geri çekilmeleri. Böylelikle yenilgiyi kabul ederler. Özellikle partner bulma, evlenme gibi durumlarda yaşanır bu. Öğrenilmiş çaresizlikle ilişkilendirilebilir. Öğrenilmiş çaresizlik çok kısa sürede kazanılabilirken öğrenilmiş iyimserlik için çok kereler denemeler gerekebilir. Yani güveni, inancı kaybetmek kolay, kazanmak ise daha zor olabilir. Bir de vazgeçmeyen, iflah olmayan kalpler var. Defalarca yara alsalar da insanlara olan umut ve inançlarını kaybetmezler. Psikolojik müdahalelerin ortak noktalarından biridir bireylerin umut düzeylerini yükseltmeye çalışmak. Kişinin bir partnerinde hayal kırıklığına uğradığını, ikincide de uğradığını düşünün. Tekrar üçüncü defa kalbi kırılabilir. Fakat denemeyi bırakırsa hepten eline bir şey geçmeyeceği de ortadır. Psikolojide yapılan müdahalelerin büyük kısmı insanları tekrar tekrar deneme motivasyonu vermektir. Bir anlamda doğru prensi/prensesi buluncaya dek birçok yanlış kurbağanın öpülebileceğini kabul eder psikoloji. Doğru insanı ara bul ve nokta atışı yap… Bunu çok da gerçekçi bulmaz. Sosyal destek ile sosyal ilişkiyi karıştırmak Elbette sosyal ilişkiler nihayetinde bireye sosyal destek sağlar. Ama yardıma ihtiyaç duymak tek taraflı bir ilişkidir. Sadece başkalarından destek almak sizi iyi hissettirmeye yetmez. Oysa ki gidip başkalarına yardımcı olursanız kendinizi daha iyi hissetmeye başlayabilirsiniz. Yaptığımız araştırmalarda, en mutlu insanların, diğerlerinin mutluluklarından tat alabilen ve başarısızlıklarına üzülebilen insanlar olduğunu gördük. – Sonja Lyubomirsky Terapist olarak sıklıkla psikiyatride hastalarımıza şu gibi sorular yöneltiyoruz tedavilerinin sonlarında. “Bu tecrübeyi yaşamış biri olarak sizden sonra gelecek hastalarımız için ne temenni edersiniz? Onlara neler önerirsiniz? Size yaptığımız uygulamalardan en çok yararlandıklarınızı bize söylemeniz sizden sonraki hastalarımıza daha iyi yardımcı olmamız konusunda bize yol gösterebilir.” Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür. – Lev Tolstoy Sosyal kabiliyetleri güçlü olanlar da yalnızlık çekebilirler. Sosyal zeka düzeyleri düşük olan bireylerin yalnız kalma ihtimali elbette yüksektir. Fakat birçok başarılı insan da yalnız kalır. İlginizi çekebilir Sosyal zeka nedir? Özellikle tanınmış kişilerle birçok kişi arkadaş olmak ister. Fakat onlar başkalarının kendileriyle sosyal ve maddi menfaatler nedeniyle arkadaşlık kurmak istediklerini düşünebilirler. Bu nedenle kendilerini yalnızlık içinde bulabilirler. Kendinle mutluysan kimseyle derdin olmaz. – Sadi Şirazi Fazla tedbirli davranmak. Arkadaşlık konusunda tedbirli olmak kişiyi yalnızlaştırabilir. Güvenli ve zehirli yiyecekler arasında ayrım yapmak gibidir bu. “Düşman olduğum kişi dost canlısı ise bir şey kaybetmem. Ama ya dost bildiğim düşmansa.” Bir insanın gelebileceği en büyük mertebe güvenilir insan olmaktır. – Doğan Cüceloğlu Bu tarz düşünme biçimleri bizim insanlar hakkında negatif beklentiler içine girmemize sebep oluyor. Sayısız psikolojik araştırma bize negatif beklentilerimizin negatif sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Neyi bekliyorsak onu görüyoruz. Karşımızdakinin davranışlarını yanlış yorumlamaya başlarız, beklentimiz eğer buysa. Kötü deneyimler ⇒ Güvensizlik ⇒ Yalnızlık ⇒ Yalnız kalınca kafada birçok şey kurgulama ⇒ Daha fazla güvensizlik ⇒ Daha fazla yalnızlık Düşünülenin aksine sosyal buluşma ortamları yaratmak işe yaramıyor. Hatta bireylere sosyal kabiliyetler kazanabilecekleri programlar sunmak dahi kayda değer sonuçlar vermiyor. Gecenin bir yarısında çalan telefonun öbür ucundaki ses, hayatına son vereceğini ama biraz konuşmak istediğini söyler. Frankl, uzunca bir süre, hayatın uçurum kenarında yürüyen kadını dinler. Kapatmaya yakın, Vazgeçtim’ der kadın, gecenin bu geç saatinde bir insan beni bu kadar süre dinleyebiliyorsa, bu dünyada hala ümit var demektir!’ Victor Frankl, 1967. Kişinin özgüveni düşükse, acaba başka insanlar beni sevebilir mi? Onlara yaklaşırsam beni kabullenirler mi, gibi düşüncelere sahipse, yalnızlık çekme riski artacaktır. İnsan ilişkilerine sızan iktisat dili Kemal Sayar Terapi Kültürel Bir Eleştiri adlı kitabında bu konuda çok değerli bir saptamada bulunuyor. “Verdiği ölçüde almak, verdiği kadar istemek ve ne verdiyse ona karşılık beklediğini hissettirmek… Sürekli bir hesap kitap…” – Kemal Sayar Birey sürekli karşı taraftan ilk adım atmasını ya da yaptıklarına karşılık vermesini beklediğinde… Bu gibi davranışları gözlemleyerek hesap kitap yapmaya başladığında yalnızlaşmaya başlaması kaçınılmaz hale geliyor. Yalnızlıktan kurtulmak için yapılabilecekler İyimser kalmaya çalışmak… En iyisinin olacağını düşünmek Kendinizi sosyal olarak güvenli bir şekilde açmaya çalışmak. Benzer ilgileri olan kişilerin olduğu gruplara katılmaya çalışın. Bir plan yapın. Birçok insanın sizi sevmeyeceğini, sevmesinin gerekmediğini kabullenin. Yalnızlık yaşayan bireyler bunu kendilerine itiraf edemiyor olabilirler. “Nasılsa yalnız ölmeyecek miyiz” diyen birçok insan aslında yalnızlıktan yakınıyor olabilir. Psikoterapi ve yalnızlık Biyopsikososyal model ile de danışanlarımızın ruhen, bedenen, ruhsal ve manevi olarak tam bir iyilik hali içinde olmalarını amaçlarız. Psikolojik araştırmalar ve klinik gözlemlerimiz ışığında da danışanlarımızın yalnızlık çekiyor oluşlarıyla yakından ilgileniriz. Psikoterapi uygulamalarında sıklıkla danışanlarımızın sosyalleşmelerini umut ederek ve birçok bakımdan daha da yararlı görerek grup terapisine yönlendiririz. Fakat danışanlarımız genellikle bireysel terapiyi tercih ederler. Bunda birçok farklı çekinceleri rol oynar. Varoluşçu filozoflar hayatın anlamı, yaşam, ölüm ve yalnızlık konularıyla yakından ilgilenmiştir. Uygulama alanı olan varoluşçu psikiyatri/psikoloji alanı da bu konuları yakından çalışmıştır. Terapi uygulamaları bir yandan sosyalleşmeyi özendirirken diğer yandan da bireyi yalnızlığa ittiği iddia edilmektedir. Bizi bireysel ihtiyaçlarımızın farkına varmaya, sınırlar koymaya gibi alanlara yönlendirerek bunu yaptığı öne sürülmektedir. Oldukça tartışmalı olan bu konuya sadece işaret etmek istedim. Yalnızlığa manasıv övgüler Yalnızlaştıkça artan bir yalnızlık edebiyatı da oluştu. Bu insanların bilişsel bir çelişki yaşadığını düşünüyorum. Bu manasıv edebiyatlardan bazıları şunlar Çayın kalabalıkla arası iyidir, kahve yalnızlık ister. Kendi gamımın kaptanıyım. Allah’dan başka sığınacak dost yoktur. İşi bitene kadar herkes dosttur. Fotoğraflara en iyi pozu yalnızlar verir. Yalnızlık en samimi arkadaştır. Bu gibi aforizmalar sosyal medyada tekrar tekrar üretilip slogan haline gelebiliyor. Yalnızlıkla ilgili sizden gelen sorular Her insan biraz yalnız değil mi? Öyle görünmeyenler bile. O yüzden yalnızlığımı problem etmeli miyim? Yalnızlık oranları yüksek ve giderek artıyor. Ama ruh sağlığımız üzerindeki olumsuz etkilerini düşünürsek, çareler aramak da fayda var. Yalnızlık neden bu kadar korkutur? Neden seven, değer veren birinin varlığı bu korkuyu aşmak için yeterli gelmez? Dünyaya yalnız gelip, yalnız ölücez. Yalnızlık varoluşsal gerçekliğimiz. Yalnız kalmak mı? Kalabalıkta yalnızlık mı? Araştırmalarda yapılan konuşmalar derin ve yüzeysel konuşmalar olarak ayrıldığında, konuşmaların büyük kısmı yüzeysel geçiyorsa havalar nasıl vb., insanlar yine yalnızlık duygusu yaşıyor. Başka bir önerme de yalnızlık duygusunun tercih ettiğimiz insanlardan uzak durunca yaşanan duygu olduğu. Bana bu önerme bilimselden ziyade romantik geliyor. Yalnız kalınca canım sıkılıyor. Ama kimseye de yakın olmak istemiyorum. Şehir hayatında konuşma partneri seçeneklerimiz artıyor. Arttıkça da daha seçici oluyoruz. Köy yaşamını düşünün. Herkes herkesle konuşuyor. Bunun siyasi görüşü kafama uymuyor, bununla hobilerimiz farklı gibi önceliklerimiz olmuyor. Yaş farkı da daha az önemli oluyor. Sizden çok daha yaşlı bir teyzeyle oturup sohbet edebiliyorsunuz. Seçenekler arttıkça kafamız karışıyor. Daha zor karar alıyoruz. Sağlıklı ve sağlıksız yalnızlık arasındaki farklar nelerdir? Sağlıklı yalnızlık bireyin kendi seçimiyle, geçici, yapıcı ve yaratıcı ürünler ortaya koyan yalnızlıklardır. İnzivaya çekilmek, tefekkür etmek, dinlenmek, yaşamı gözden geçirmek, bir şeyler okuyarak, yazarak vakit geçirme vb. Sağlıksız yalnızlık gönüllü olmayan insanlara karşı güvensizlikten, toplumsal dışlanmadan, izole işlerde çalışmaktan yurt dışı, bekçi, yabancı dil bilmeyen mülteci vb.. Kişi etrafındaki insanlar tarafından anlaşılmadığını hissettiğinden de yalnızlaşabilir. Örneğin; bir sanatçının etrafındaki insanlar yaptıklarını para getirmeyen boş uğraşlar olarak görüyorsa, sanatını anlayan kimseyi etrafında görmüyorsa, kendisini yalnız hissedebilir. Ben insan sevmiyorum diyen biri yalnız mıdır? Yoksa mizacı mıdır? Yoksa fazla bencil midir? Birçok nedeni olabilir. Oturup onlarca önerme kişiler arası ilişkilerinde yaşadığı travmalar sonucu güvensizlik vb. yapabiliriz. Ama o kişi kendisi ifade etmediği müddetçe yaptığımız hipotezler spekülasyondan ibarettir. Yalnızlıktan çok yalnızlaştırmak. Kısıtlayıcı eşe nasıl davranmak gerekiyor? Bu çift terapisi sürecinde birlikte çalışılabilecek konulardan. Dışardan öneri verebileceğim bir şey değil maalesef. Yalnızlık korkusu nasıl aşılır, akşamları nefes darlığına sebep oluyorsa, TSSB içerisindeki kişi için. Kişinin hayatında kaygı arttıkça, güven duygusu veren kaynakları bulmaya çalışılarak terapi sürecinde güven büyütülmeye çalışılır. Genelde negatif hedeflere ulaşmak daha zor oluyor. Nefes darlığından nasıl kurtulabilirimden ziyade, nasıl daha rahat olabilirim, nasıl daha güvende hissedebilirim vb. Bunun cevapları kişinin hayatında çok basit değişiklerle, denemelerle bulunabilir ancak. Mesela yatakta duvara sırtını verdiğinde mi daha güvende hissediyor, gözüye kapıya bakınca mı, ıyış ne kadar açık olunca, rahatlatıcı bir müzik eşliğinde mi… Böyle küçük küçük değişiklikleri deneyerek. Merhaba benim bir oğlum var yaşlanınca tek kalacağımı hayal ederek çok korkuyorum Yalnızlığı tolere edebilmek öğrenilebilir bir yetenek. Kişinin yalnızca da aktivitelere katılabilmeyi öğrenebilmesi, daha otonom olması terapi sürecinde çalışılabilir. Başarılı kendini gerçekleştiren, kendini potansiyelini gerçekleştiren insanların ortak özelliklerinden biri yalnızlığı daha fazla tolere edebiliyorlar. Yalnız kalır mıyız? Yalnız bırakılır mıyız? Yalnızlık duygusu görece bir duygu. Kişi yalnızlığı tolere etmeyi öğrenebilir. Bir insanın yalnızlık duygusu hissetmesinde yalnızlaşmasına farklı sebepler rol oynayabilir. Bazen kendimiz sosyal becerilerimiz gelişmediği için yalnız kalırız. Risk almak istemediğimiz, emek vermediğimiz için. Mesela görücü usulü evlilikler azaldıkça sosyal becerileri olmayan erkeklerin bekar kalma olasılığı arttı. Bazen toplum bizi dışlar yaşanmışlıklarımız ya da ırkmızdan, dinimizden… Birey insanları iyi kötü diye kafasında kategorize edip kendini korumaya alırsa altında hangi duygular yatar? Son yıllarda artan yalnızlık oranları, yine artan güvensizlik oranlarıyla paralel. Kişi yalnızlaştıkça kendisine yöneliyor. Kafasında kurguladığı şeyler artıyor. Yani güvensizleştikçe yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça güvensizleşiyoruz. İletişimde sınırlı ilişkileri koruyabilme, çok hızlı arkadaşlıklarda ilerlememe gibi beceriler geliştikçe bunları Yeni bir çevre nasıl edinilir? Herkesin sağduyu ile aklına gelen taşınmak, iş, okul değişiklikleri, farklı hobiler etrafında toplanan sosyal topluluklara katılma dışında benim de parlak bir fikrim bulunmuyor bu konuda. Korkarım bunlardan ziyade Türkiye’de işler dini bir topluluğa katılma şeklinde oluyor. Bağımsız fikirleriyle ilerlemek isteyen insanın Türkiye’de yalnızlaşması biraz anlaşılabilir bir durum. Yalnızlıktan korkan danışanla nasıl bir süreç izlenir? Otonom olup olmaması, panik ataklarla baş etme sürecinde mi insanlara bağımlı kalınmış… Bazen de fiziksel bir hastalıklardan dolayı kanser gibi, ölümü bekleyen hastalarda artan bir yalnızlık korkusu olabiliyor. Benim gözlemim yalnızlık korkusu olanların, yalnız girişimlerde bulunmayı güç bulmaları, hatta asla kabul edilebilir de görmemeli. Bazen önyargıları da olabiliyor. Asla yalnız tatile gidilmez gibi. Yani yalnızlığı hiç tolere edemiyorsa, hep bir ilişki içinde olmaya çalışacaktır. Bu da yanlış ilişkilere sürükleyebilir, bağımlılığı artırabilir. Yalnızlık en güzel nasıl değerlendirilir? Dinlenme, düşünme, başkalarının geri bildirimleri olmadan özgün sanat eserleri ortaya koyma, inziva… vb. Yalnız kalabilme kapasitesi artırabilir mi? Buna dair neler yapılabilir? Yalnızlığa tolere edebilme geliştirilebilir. Kendini gerçekleştirebilen insanlar otonom, yapıcı yalnızlıklar yaşayabilen insanlardır. Arkadaş konusunda daha seçici, daha az sayıda, daha derin ilişkileri olur. Sizce insan kendisine tahammül edemediğinde mi yalnızlığı çekilmez? Sanıyorum kastınız, yalnız kalınca düşüncelerin başa üşüşmesi, kendini fazlaca inceleme ve pişmanlık, kaygı gibi duygularla baş başa kalma. Eğer buna benzer bir durumsa insanlarla vakit geçirme bir anlamda uyuşturucu gibi olabilir. Yüzeysel ilişki yumakları arasında varoluşsal kaygılarını bastırıyor olabilir. Kendini gerçekleştiren insan yalnızlığı tercih eder mi? Yalnızlık tercih olabilir mi? Kendini gerçekleştiren insanların yapıcı ve kendi tercihleri olan yalnız vakit geçirmeleri daha muhtemeldir. Yaratıcı bir yapıt ortaya koymak için mesela, ya da inziva, tevekkül… Kendini gerçekleştiren insanlar daha derin daha iz kişiyle dostlukları olur. İçsel anlamda yalnızlık nasıl telafi edilir? Kişi eğer otonomsa. Tabiri caizse her yaptığına yancı aramıyorsa… Yine de yalnızsa, terapide bunu telefi etmesine çalışmayız. İnsan sosyal bir varlık ve ne yapıp edip olumlu şekilde sosyalleşmesi için uğraş verilir. “Benim insanlara güvenim kalmadı, yalnız kalıcam ve yanızlıkla baş edicem” gibi düşünceler desteklenmez. Yalnızlık, bireysellik ve sosyal yaşamın dengesini nasıl kurabiliriz? Altın oranı yok bunun. Herkes kendisi için uygun oranı deneye, yanıla buluyor. Bireysel farkındalık önemli bu durumda. İnsanın kendi ihtiyaçlarının, isteklerinin, kaynaklarının farkında olması. Dozu var mı? Yalnızlık ölçekleri var. Yalnızlık düzeyi ölçülebiliyor. Neden bu kadar yalnızlıktan korkarken ailemizin sevdiklerimizin varlığının desteğinin bu korkuyu aşmamıza yardımcı olmak yerine üstüne kaybetme korkusu da eklenir? Bu daha çok sanırım ölüm korkusu. Kişinin kendi ölümünü sorgulamasıyla başlayabilecek bir süreç. Kendiniz genç yaşta iseniz ve ebeveynleriniz yaş olarak ileriyse bu da normal. Yalnızlığı övenler, ne gerek var başkalarına diyenler… Bazen kişi incinmişliğini kabul etmek istemeyebilir. Yaşanılan travmalar sonrası kendini koruma da olabilir. Bağlanma güçlüğü de söz konusu olabilir. Yalnızlık konusunda psikolojik araştırmalardan öğrendiklerimizi özetlemeye çalıştım bu yazıda. Yalnızlık – Bu yazıda kullanılan kaynaklar Manfred Spitzer Einsamkeit. Die unerkannte Krankheit [Yalnızlık Tanınmayan Hastalık]. Droemer, München 2018, Sevdikleriyle kaliteli zaman geçirmeyi herkes ister. Ancak, yaşlanan yakınlarınızı görmeye gitmek bazen oldukça farklı ve zaman zaman stresli bir deneyime dönüşebilir. Yaşlı psikolojisi ve davranışları ise ziyaret esnasında yaşlı yakınınızda oluşan veya oluşmaya başlamış olan bazı problemlerin habercisi olabilecek ipuçları içermektedir. Anne, baba ya da en sevdiğiniz teyzeniz veya amcanızın günlük hayatta sorunlar yaşadığına şahit olmuşsunuzdur, fakat bazen aile üyelerinde aylar hatta yıllar içerisinde oluşan değişiklikleri görmelerine rağmen görmezden gelebilirler. İnsanlar yıllar içerisinde değişirler ve bazen fiziksel ve ruhsal sağlığın beklenilenden daha hızlı ilerlediğini kabul etmek istemeyebilirler. Sadece bilindik problemler için değil, yaşlıların karşılarına çıkabilecek herhangi bir sorunla nasıl başa çıkacağına dair ihtiyacı olan ipuçlarına göz atalım 1 İPUÇLARINI TAKİP EDİN Öncelikle işe yaşlı yakınınızın yaşadığı yere kısa bir ziyaretle başlayın. Evin dış cephesinde bir tadilat olabilir veya yürüme yolunda bir takım engeller olabilir, eve girildiğinde bir yığın posta veya gazeteler sizi karşılayabilir, belki de ev normalden daha temiz değildir veya anormal bir koku olabilir. Bu durum genellikle bir şeylerin habercisi olduğuna işarettir. Yaşlılıkta ortaya çıkan sağlık problemleri çok hızlı şekilde ilerleyebildiğinden, bir şeylerin yanlış gittiğine dair işaretleri görmezden gelmemek önemlidir. İdeal olarak, aileler çocuklarıyla ya da sevdikleriyle problemleri düzene koyma ve herhangi bir sorunun oluşmasından önce hayat boyu öğrenmekle ilgili konuşmalar yapacaklardır, ancak burada yaşlanan sevdiklerinizi ziyaret ettiğinizde farkında olmanız gereken bazı işaretler bulunmaktadır Ev ve bahçenin bakıma ihtiyacı var mı? Ev veya giysiler dağınık mı? Kırılmış, hasar görmüş eşyalar var mı? Kişisel hijyen eksikliği söz konusu mu? Depresif veya modu düşük bir hali var mı? Normal sergilenen davranışların dışında herhangi bir şey fark etmek önem taşımaktadır. Gerçekleştirilen bu ziyaret ve gözlem sonrasında yakınınız kendi başına yaşarken sağlığı ya da mutluluğu, yaşlı psikolojisi tehlikedeymiş gibi görünüyorsa, bir konuşma yapmanın ve sorunlarla yüzleşmenin zamanı gelmiş demektir. 2 ARKADAŞÇA YAKLAŞIN Emeklilik veya bakım planlarını tartışırken nezaketle ilerleyin. Konuyu herhangi bir noktaya çekmek yerine doğal bir konuşma yapmaya çalışın. Unutmayın ki ebeveynler yaşı kaç olursa olsun sizi hala çocukları olarak görüyorlar. Dolayısıyla bu ilişkiye saygı göstermelisiniz. Olumlu ve etkili bir konuşma için birkaç ipucu Konuşmak için kafe gibi rahat bir yeri tercih edin Diyaloğa normal konuşma tonuyla başlayın Sohbetin akışını sağlamak için “Evin çevresi nasıl?” veya “Araba sürmek nasıl gidiyor?” veya “Son zamanlarda eğlenmek için neler yapıyorsun?” gibi açık uçlu sorular sorun. 3 SUÇLU HİSSETMEYİN Suçluluk duygusu aile üyeleri için en büyük sorunlardan biri. Birçok aile üyesi yaşlı ebeveynlerine ilerleyen yaşlarda onlarla ilgileneceklerine dair sözler verirler, ancak bu bazen mümkün değildir. İlerleyen yaşlar genellikle yaşam kalitesi için uzman bakımı ve sosyalleşme gerektirir. Anne, baba, teyze ve amcalar hatta eşler bile sevdiklerini yaşlı bakım evlerine gönderme konusunda bir suçluluk duyarlar. Ancak en önemli şey, suçluluğun üstesinden gelmek ve durumu değerlendirmektir. Sonrasında ise en büyük problem yaşlı yakınınıza bakmak, hayatınızı ve yaşantınızı bu yönde değiştirmek ve kurulu düzeninizi bozmaktır. Teoride çoğunluk tarafından söylem olarak basit gözükse de uygulamada çok da iyi sonuçlar çıkmamaktadır. Ayrıca, bakıcı tutulacaksa yaşlı yakınınızın fiziksel sınırlamalarını unutmamak gerekir. Çoğu durumda, bakıcılık işi yaşlanan ebeveynlere en iyi bakımı sağlayabilecek zaman, maliyet ve gerekli becerilere sahip olan aile üyelerine verilir. Ailelerin yaşlı yakınları için gerçekten neyin en iyi seçim olduğunu belirlemeleri gerekir. Kendinden daha büyük yaşlı yakınına bakma kararını verme aşaması boyunca kendinize sormanız gereken bazı sorular şunlardır İşten vakit ayırabilir miyim? İşleri uzun süre durdurmayı göze alabilir miyim? Çocuklarım ve yaşlı yakınım birlikte yaşayabilir mi? Çocuklarım her zaman öncelik olmamalarına müsamaha gösterebilir mi? Bu durum ilişkimi nasıl etkileyecek? Benden daha büyük olan akrabalarımla olan ilişkimi nasıl etkiler? Bu sorgu aşaması tamamen gerçekçidir ve bilinçli kararlar verme sürecinin önemli bir parçasıdır. Sevdiğiniz kişiyle zor bir konuşmaya girmeden önce bu soruları ve yaşlı psikolojisi hakkında düşünmek önem taşımaktadır. 4 DÜRÜST BİR KONUŞMA YAPIN Yaşlı ebeveynler genelde dürüst bir konuşma için teşekkür edecektir. Emeklilik ve yaşlı bakımıyla ilgili isteklerini talep etmenin önemini tartışırsanız, küçümseyici ve dürüst olmayan bir konuşmadan çok daha fazla yol almış olursunuz. Yaşlı yakınınızın fikrini hiçe saymak yerine, onları karar vermeye yardımcı olacak en önemli unsur olarak iletişime dahil edin. Seçenekleri hakkında onlarla konuşun; aile evinde kalmak isteyebilir, bakım evini tercih edebilir ya da tüm emeklilik birikimiyle dünyayı gezmek isteyebilir. Bu seçimi ona bırakın ve sonra nedenlerini beraber değerlendirin. Birçok kişi huzur evleri ve yaşlı bakım evlerine sıcak bakmamaktadır. Günümüzde ise bu görüşün aksine yaşlı bakım evleri rahat, huzurlu ve samimi ortamlardan oluşmaktadır, sosyalleşme ve diğer birçok ihtiyaca karşılık gelen hemen hemen her şeyi sunmaktadır. Yaşlı yakınınız rahat, konforlu ve samimi bir ev rahatlığı mı istiyor? Eğer gerçekten onun istediği gibi bir ortamı sunabilirseniz, bakım evi kavramına olan ön yargılı yaklaşımını da aşmış olursunuz. 5 RİSKLERİ DEĞERLENDİRİN Yaşlı yakınınız yalnız başına yaşama konusunda yetersizse, riskleri düşünmek gerekir. Birinin gerçekten yalnız başına yaşaması veya yaşamaması konusunda göz önüne alınması gereken birçok risk olabilir. Örneğin, yaşlı kişilerin yalnız başına gezip dolaşmalarında bir sorun oluşursa, düştükleri veya yaralandıkları zaman sonuçları korkunç olabilir. Göz ardı edilmemesi gereken diğer bazı konular ise şunlardır Yaşlı istismarı Yalnızlık Fiziksel kısıtlamalar Zihinsel problemler Yaşlı sevdikleriniz yukarıdakilerden herhangi birine maruz kalıyorsa, birçok sonuç doğurabilir. Bu alanda ekonomik sorunlardan depresyona ve sağlık sorunlarına kadar düşülmesi gereken birçok şey vardır. 6 YAŞLI PSİKOLOJİSİ ve DEPRESYONA DİKKAT EDİN Yaşlı bir kişi kolaylıkla araba kullanamıyor ve dışarı çıkamıyorsa depresif bir ruh haline bürünebilir, kendini hapsedilmiş görmeye başlayabilir. Yaşlı psikolojisi ve ruh sağlığı birçok yönden gidişat hakkında ipuçları sunmaktadır. Siz de kendi yaşlı yakınınızın hem fiziksel, hem de ruhsal açıdan sergilediği davranış ve söylemlerini gözlemleyerek onun hakkında en doğru kararı verebilirsiniz. Hepsinden önce konuşmaya bir fırsat gibi yaklaşmanız çok daha faydalı olacaktır.

yanlış isimle hitap etmek psikoloji